ÖLÜMDEN ÖNCEKİ YAŞAM...
Bir kemik kadar solgun,
cebinden
nicedir akrep ve yelkovanı olmayan
bir saat çıkarıyorsun.
Toprak nemli,
Toprak nemli,
tıpkı gördüğün kötü rüyalardaki gibi
insanın başına vuran
bir balçık ve
çürümüş kök kokusu...
Göz bebeklerinde
cinayet parıltısı var
ve var olmaktan hoşlanan her şeye düşman.
Yeryüzünün
camdan yapılmış olmasını
ve paramparça kırılmasını istiyorsun,
yıldızların tek tek toz olmasını...
Kendi planlarını yaptığını sanıyorsun
kaderin de kendi planları olduğunu unutarak
ve bu mücadele
sürekli değiştiriyor seni...
Örneğin gözünün önünde duran
Spinoza'nin Etik'ini okumak yerine
kafanda dönüp duran,
yakışıklı şövalye tarafından kurtarılan
bir prensesin hikayesini okuyorsun bir anda.
Yine de
sakinleştiğin ve bir olduğun,
bu akış anlarında
hercai kalbin ruhunla konuşuyor
"Seviyorum sık sık
ve aşık oluyorum
elimde olmadan'' diyor,
''ve üzülen sonunda hep sen oluyorsun.."
az konuşan ruhun
cevap veriyor ona yine, vakur;
''Sen yeter ki sev...''
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder