DİNLE KÜÇÜK KIZ...
Herhangi bir
'ben' olmadığı
fikriyle uyanacaksın yine
bir bahar sabahı ve
fark edeceksin;
'bir ben yok ve hatta olmayan bu ben
kendinden dahi yoksun'
derecede yalnız...

Bir davetiye yazacaksın sonra,
bir zaman yolcusu için ama...
Heyecanla çıkaracaksın
yaldızlı eski kağıtlarını ve
yapıştırıp süsleyip
bir başlık yazacaksın
en şık el yazısıyla;
''Eğer Varsam Lütfen Beni Ziyaret Ediniz...''

Bir zaman yolcusu için olacak davetiye ve
telefonundan akıl edip,
bulunduğun yerin enlem boylam
ne gerekiyorsa ekleyeceksin
adres kısmına ki
bulabilsin seni değişen dünyasında...

Zira
yeterince dayanıklı olursa
davetiyen ve
zaman yolculuğu bulunursa bir gün
Einstein'in 'mümkün!' dediği
ve şansına ulaşabilirse davetiyen
bu insanlardan anlayışlı birine sağ salim,
gelip
seni ziyaret etsin diye...

En sağlamı
ve uzun yıllar dayanacak olmasından elbet
Joyce 'un Ulysses'i içine yerleştiriyorsun
onu tam olarak beklediğin günü ve
davetiyeni yazdıktan bir saat sonra,
hava kararırken gelebilmesi için
akşam yemeğine...
Sonra telaşla,
ağırlamak için en iyi şekilde onu,
birer kadeh de gül şarabı dolduruyorsun,
gözün saatte...
Halının üzerinden
bir martı gölgesi geçiyor sessiz ve
suskunluğun en derin kuyularından
bir güvercin iç çekiyor
zamansız bir yağmur
kokusuyla dolarken odana...

Heyecan içindeki küçük ev
teselli vermeye çalışırken sana
seninle birlikte atıyor 'sakin ol' diyen nabzı usulca.
Ve yağmur
camından aşağıya
erimiş gümüş tanecikleri gibi akarken
nihayet kapın çalıyor tam üç kere...
Tıpkı senin çaldığın gibi,
bir uzun iki kısa...