26 Haziran 2017 Pazartesi

ÖLÜMDEN ÖNCEKİ YAŞAM...

Lanetleyen, yaralayan, delirten, intihar ettiren
ve ruhuna göbek kordonuyla düğümlenmiş bir iç sıkıntısıyla pencere kenarındaki koltuğuna oturuyorsun:
Kahvaltı yaptığın ve
üzerinde mor sırçadan ince boyunlu bir şişe, 
içinde yapraklarını
uzun zaman önce masaya terk etmiş bir papatyaya;
açtığı fal fısıltıyla duvarlarında geziniyor; öleceğim, öldüm...
Fotoğraf
Sırtın dik, dirseklerin açık, kolların hafifçe sarkık.
Ruhun,
deri ve kemikten hapishanesi ardında huzursuz.
Üzerinde en sevdiğin büyük mavi çiçekli, krem elbisen...
Önünde yuvarlak bir masa, aşağı incelerek ve
yerdeki daha küçük bir daireye ahşap kollarıyla sarılı...
Batıya dönük pencerenden,
her akşam aynı saatte alçalan güneşi
kahve kupan içine batırıyorsun...
Aynı boğuk manzara içindeki aynı bina,
mutfağının karanlık lavabosunda
'geçmişinden kurtulmak için' olacak,
günlüğünü yakan genç bir kadın;
mutlak son geldiğinde herkesin aynı yazgıyı paylaşacağına dair bir şarkı söylüyor bilmediğin,
bilsen de duyamayacağın bir dilde:
'ister inanan bir aziz ol ister şeytanın soyundan, aynı uçuruma yuvarlanacağını' söylüyor tüm insanların... 
Fotoğraf
Oysa sen; olduğunla, olmak istediğin kişi arasındaki
uçuruma gerdiğin ip üzerinde
kafanın içine odaklanmaya çalışıyorsun;
tıpkı hayatın gibi karmakarışık...
Sessizlik canlanarak irkilttiğinde anlıyorsun ancak,
kapısını açıp balkon korkuluklarına yönelen kadının
yürüyen bir intihar olduğunu
Fotoğraf
Yaratılmış olmanın,
nefes almanın yetmediğine ispat
ya da tedaviye yanıt vermeyen
bir hasta kadar hüzünlü adımları,
henüz kendisinden başka kimseye bulaştırmadığı ölüme bir sevgili gibi aşağıda bekleyen Arnavut kaldırımlarında
kavuşturuyor mesut ve arınmış,
kan ve damarlardan parmaklıkları dağılmış
ve  bedeninden nihayet serbest kalırken ruhu... 
Fotoğraf
Gök yüzü daha fazla dolmasın diye kaparken pencereni sabırsız bir temizlikçi kadın,
rüyaların yapıldığı maddeden dokunmuş
mavi çiçekli krem rengi bir elbiseyi,
'artık yok kimsenin ihtiyacı' diyerek çantasına koyuyor,
ürkmüş, rüyalar kadar kırmızı birkaç leke uçup
masadaki papatyaya konarken... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder