30 Kasım 2016 Çarşamba

ÖLÜ ADAM, BEN VE DİĞER HİÇKİMSE

UYKU

(UYUMAK İÇİN ÇOK GEÇ)
   Beyaz bir balinanın kalbinde dalacaksın uykuya,
  Camdan papuçların ve tekini arayan bir prens...
    Denizler boyu uçacak düşlerin ve rüyaların mutluluk kokacak tuzlu, gizemli bir mağaranın tortul ve yaşlı damarlarında... 
   Ve Güneş
   ve Ay,
   uzak olsa da sana;
   dokunamayacağın kadar uzak...
    Yine de hiç bir sabahın güneşsiz
    ve hiç bir karanlığın Aysız geçmeyecek asla...
  Uyandığın sabahlar,
   aynaya söz vereceksin benim için;
   ''Bu sabah da
   vicdanımdan başka kimseye hesap vermeyeceğim...''
   Düşüneceksin elbette,
   kedi mırıltılarıyla uyandığın kiraz sarısı bir sabah,
  'Hayat gerçekten bir uyku mudur;
  ölünce uyanılan...'
   Öyleyse eğer,
(UYKU)
   vaktimiz yok;
    Benim anladığım;
ölmeden önce uyanmalı tez vakit...
Çetin Tarı/ Kasım

29 Kasım 2016 Salı

ÖLÜ ADAM, BEN VE DİĞER HİÇKİMSE

IŞIK

(IŞIK)
   
   Kapanınca gözlerin, güneş ışınlarından; akışkan, büyülü ve parlak damlalar, parmak uçlarına dokunacak kurumuş ve tüylü yosunlar gibi usul...
   Velhasıl seveceksin yine de ışığı, ardını göremediğin buğulu camlarda asılı nemi ve çam iğnelerinin kokusunu...
   Bedenine, bileklerine, yüzün ve anılarına akan altın rengi damlalarla ıslanacaksın.
   Sonra ensende birleşen zarif topuzunun hemen altına ve oradan da göğe yükselecek, tekrar geldiği gibi, evine telaşsız...
   Yüzünde ışıl ışıl sevinçler gördüğün herkesin gönlünde;
   yıkılmış ve ahşap konaklar gibi yanan yüreklerin çıtırtısını hissedeceksin, yem yeşil sıcaklarıyla...
 
(YALNIZLIK)


    Birini seveceksin belki biçare ve umutlanarak elbet;
   En derinlerinde gözlerinin;
   Masum ve mahsun bir deniz kızı gibi, kendini görmek umuduyla...
   Ama en çok da yüreğin bulsun sabahı nihayet ve tazelensin diye kalp atışların...
  Sonra 'kimseler uyumasın' diyeceksin artık;
   'ölen tüm uykuların ruhları' zavallı bedenlerini sürükleyip geçerken önünden.
   Ve tüm bunlar nihayetlenince, bir çizgiye itaat etmesi için eziyet ettiğin ruhun,
   Yani serbest bıraktığında onu,
   açacak sonsuz yapraklarıyla bir nilüfer gibi...
   Bana güven...


  Çetin Tarı/ Kasım

(FINDIK)
  

27 Kasım 2016 Pazar


ÖLÜ ADAM, BEN VE DİĞER HİÇ KİMSE

AŞK


(AŞK)
   Mutsuzluğunun farkında olmayan bunca insanın mutluluğu, seni dehşete düşürecek...
  Geri duracaksın çoğu zaman yapış yapış aynılıkları  bulaşmasın diye sana ve merakla yine de, izleyeceksin onları nasıl olur da böyle yaşanabilir diye?
(BERABER OLAMAK)
   Oysa ki aşk üzerinde dahi anlaşamayacak kadar aciz olacaklar.   
   Köktenciler günah diyecekler aşk için, yasa sahipleri ise yasak,
   Doktorlar fiziksel veya en fazla ruhsal, mekanik bir rahatsızlık, yaşlılar uzak, gençler hoyrat ve bir tek sen, günü gelince elbet; en uzun süren aşkın karşılık görmeyen aşk olduğunu fark edeceksin... 
   Filozofları okuyacaksın onunla ilgili bir anlam verebilmek için ve Nietzsce; seni güçlendiren bir eziklik diyecek ona,  Schopenhauer için anlamsız bir acayiplik, Platon için yazdığı Şölen'in kendisi  ve Marx için ise emek olduğunu göreceksin ya da devrimin ardındaki alevin bizzat kaynağı... 
(ZAMAN)
     Ve o gün geldiğinde (ki ille de gelecek) şairin dediği gibi o, ''Bekle'' diyecek giderken...
   Ve sen beklemeyeceksin elbet zira beklememeli hiç kimse, kurumuş, saatlere benzeyen sarı yapraklar arasında...
   Gelmeyecek...
   Ölüm sanacaksın bu sessizliği ve yalnızlık ki ölüm ninnisiyle uyuyan... 
   Ama kimse ölmeyecek ve hatta yeniden ve yeniden yeşerecek tekrar hayat.
   Boşlukları kabul etmeyen fizik yasaları açtığın boşluğu, olması gerekenle doldurmak için  ayrılıkları kullanacak, yerlerine yenisini gelsin diye ve tekrar kurulsun zemberek, dağılsın kağıtlar, mutsuzluğunun farkında olmayan mutsuzlar avunsun diye tekrar...
   Velhasıl o gün geldiğinde;
   Cennetten kovulmak pahasına sevmeyecekse seni,,
   Asla kalbini verme diyeceğim sana...











PAZAR...

Arayıp
sorduğunuz
için
(KİTAP OKU BUGÜN)
Thank U
ve fekat
dükkan
bugün
kapalı...

NOT: Bu arada dünkü yazımın altına yorum yazan ve inanılmaz kalemiyle birkaç dakika boyunca nefessiz kalmama neden olan Ece Evren Hanım'a teşekkürler...
   Bizimle paylaştığı samimi duyguları için...
   Dediğim gibi sevdiklerimizle biryerlerde tekrar buluşacağız...


(YA DA ARKADAŞLARALA BULUŞ)


(YARINA KADAR)

26 Kasım 2016 Cumartesi

ÖLÜ ADAM, BEN VE DİĞER HİÇ KİMSE

GİYOTİN

   En basit anlamıyla sağduyunun ulaştığı son nokta olduğunu göreceksin bilimin ve tüm doğmalara,
(GÜLÜMSE)
tüm yobazlıklara, aşırılıklara, köktenci savunma ve gözü kara bağlılıklara karşı seni koruyan...
   Bununla beraber kendi doğrularını bulmanı önereceğim sana 'kendi hayatının, kendi anlamını' bulman gerektiği için...
   Diğer yandan gerçek hikayeler anlatacağım sana, ne kadar korkunç görünseler de gerçek oldukları ve gerçek yalanların sahibi kötülerin, ellerine güç geçtiğinde sen gibilere yaşam hakkı tanımayacaklarına ispat...
  İlk hikayen en ünlüsünden iki bilim adamıyla ilgilidir ve karanlık çağlarda da olsalar (bugün burada olduğu gibi) yaşam amaçlarına ne kadar bağlı ve onlara direndiklerini anlatan:
   ''Asıl eğitimi hukuk dalında olan fakat kimyacı olarak tanıyacağın ünlü Lavosisier, Parisli bir avukattı...
   Bilimsel gözlem ve yorum üzerine yaptığı konuşmalar ve kimyanın temellerine olan katkısı asıl ününü kazandırmıştı ona...
   Bilimi reddeden yobazları gösterip 'Bu kelleler hiç bir işe yaramaz' dediği için tutuklanmıştı sadece...
  Aynı gün yargılanıp, Fransızların ceza dünyasına hediye ettikleri acımasız giyotine mahkum edildi...  
    Lavoisier'in son isteği bilim adına bir manifesto niteliğindeydi;
   kendi kadar ünlü matematikçi arkadaşı  Lagrange'i çağırıp ondan son bir istekte bulundu:
  
(MERAK ET)
''Kafam...''  dedi,
   matematiksel fiziğin temellerini atan büyük matematikçiye;
   ''sepetin içine düştüğünde gözlerime bak...''
   ''eğer iki kere göz kırparsam insanın kafası kesildikten sonra da, bir süre daha beyin düşünmeye devam etmekte demektir...''
   Pamuklarla sarmalanması gerektiği halde onlar tarafından acımasızca katledilen Lavoisier'in kafası, sepete düştü...
   Ve gülerek iki kere göz kırptı...
   Sonrasını Lagrange şöyle yorumlamıştı...
   ''Lavoisier'in son saniyedeki ispat arayışı, bilimselliğin yüzyıllar sürecek meşalesidir...
   ama o yobaz kafalar asırlarca karanlıkta sürünecekler,
   insanlığı da süründürecekler!''
   Hikayen, gökten düşen üç elma ya da 'sonsuza dek mutlu yaşadılar' klişesiyle bitmiyor üzgünüm...
   Ama ölene kadar, son nefesine kadar,
   düşünmeye devam etmeni, korkmamanı salık veriyor...
   Ve her ne şartta olursa olsun,
    gülümsemekten vazgeçmemeni...
(DÜŞÜN)

    




24 Kasım 2016 Perşembe


ÖLÜ ADAM, BEN VE DİĞER HİÇKİMSE

BÖLÜM 12

ÖĞRENECEKSİN

(DÜŞÜNECEKSİN)
   Tolstoy örneğin; bisiklet sürmeyi öğrendiğinde tam 67 yaşındaydı ve bir gün sırf bu nedenle  “Tolstoy'un Bisikleti” diye bir kavram duyduğunda ne demek istendiğini anlayabileceksin
ve “ hiçbir şey için geç” olmayacağını... 
   Velhasıl öğrendiğin her şey ayakta durman için daha güçlü destek olacak sana gün be gün...  
   Mutlu olmak için gülümsemenin çoğu zaman yeterli olacağını göreceksin ve gördüğün her varlığa kalbinin atmıyor olmasını umursamadan gülümseyeceksin...
   Her şeyin aydınlık yüzünü görebilen iyimserliğin bir salgın gibi onlara da bulaşacak...
   Başlı başına varlığın ve  kalan başarılarınla da gurur duymayı öğreneceksin. Kimi zaman en yakın ve dostlarınla da gurur duyacağın gibi...
   Aklını, zihnini, duygularını arı olmayanla kirletmeyecek ve Tebrizli misali ;hep güzeli görmek için çabalayacak ve elbet sonunda da en güzel dünyayı sen yaratacaksın...
(BASİT ZEVKLERİN OLACAK)
   Aklının dinginliği tek rehberin olacak ve herkes kıskanırken güzelliğini, sen alı al, moru mor, sana bu en yakın dünyaya kalan her renginden saçacaksın gönlünün en zengin paletinden...
   Yalnız güzel, yalnız en iyi ve seni en mutlu eden için çalışmaya ve en iyiyi umarak, varlığını kar altında; dışarıdaki fırtınayı umursamadan başını çıkarmaya çalışan bir kardelen inadıyla dünyaya haykıracaksın; ''filizleneceğim!''
(ÖĞRENECEKSİN)
   Yanlışların da olacak elbet seni sen yapan. Geçmişi ve yanlışlarını bir rehber gibi koynuna alıp şefkatle yarına bakmaya da devam edeceksin....
   Yüreğin kaygıyı toz edecek kadar geniş olacak sonra ve kızgınlık ya da öfke bulamayacak kapısını:
   Bozguna uğramayacak kadar yüce olacak artık ve üzüleceğin şeylerin seni ele geçirmesine izin vermeyecek kadar güçlü...
  Ne zaman mı?
  Belki yüz yirmi gün...
  Bu yazının biteceği güne kadar yani, seni beklediğim güne...
   Sadece bu kadar...
Çetin Tarı/Kasım







ÖLÜ ADAM, BEN VE DİĞER HİÇKİMSE

BÖLÜM 11

SEN

   Karşına çıkan insanlar doğru insanlar olacaklar üzseler de seni, demek istediğim kimseyle tesadüfen karşılaşmayacaksın. Yanlış olduklarını düşünsen de
(KADER)
öğreneceksin; tecrüben aldatılmak olacak, tekrar tekrar düştüğünde yürümeyi öğrenirken sen sağlamlaşsın diye kemiklerin...

   Yaşadıkların zaten yaşayacak oldukların olacak; ne bir eksik ne de fazla.
   Hiçbir şey yaşadıkların ve yaşayacaklarını değiştiremeyecek, en küçük ve gözlerinle şahit olamayacağın, duyamayacağın kalpler ve hissedemeyeceğin dokunuşlar kadar uzak, küçücük ve önemsiz şeyler dahi değiştirme gücünün sınırları dışında olacak...
   Dersini alman ve ilerlemen için ne yaşarsan yaşanması gerektiği için olacak ve kaderin olduğu için ve aksini ispatlayacak bir fizik yasası bulamadığı için henüz insan...
   O halde karşılaştığın ve tecrübe ettiğin her şeyin mükemmel olduğunu düşünmemen için hiç bir neden yok, zira geri çekilip büyük resmi görme şansı verilmedi sana. Sadece bekleyip son kertede gerçekten de öyle olduğunu onaylamakla kalacak, bununla avunacaksın...
   Başlangıç yaptığın her an da doğru zaman olacak ama; umutla ve inatla, kadere inat, akışa ve tüm kadim geleneklere, dogmalara inat yürüyeceğin.
    Sadece yeni bir şey olmasına hazır mısın ona karar vereceksin, bu yeter; kaldı ki o senin olmaya zaten hazır ve öyle davrandığın sürece zaten senin olacak...
(OKU VE OKU)
   Velhasıl bitene de üzülmeyeceksin artık, biten şey, hayat dahi olsa veya hayatın sona ermesine benzer bir ayrılık; serbest bırakacaksın  gitmesine izin vererek...
  Eğer sevgi ise aranızdaki mutlaka kavuşacağınızı bileceksin; zira bu dünyaya ait olmayan, elle tutulmaz ve en ulaşılmaz sırların ardına gizlendiğini bileceğin bu kavrama ve ona güveneceksin tüm kalbinle...
   Değiştiremediğin ama kabul etmeye hazır olduğun kendinle barışarak aynadakine güveneceksin artık...
  Başka kimsen yok hayatta,
   Tek dostuna, ona iyi bak...
Çetin Tarı/ 2016
(REKLAMLAR)


23 Kasım 2016 Çarşamba


ÖLÜ ADAM, BEN VE DİĞER HİÇKİMSE

BÖLÜM 10

YAŞ ALMAK

(GEÇEÇEK...)
 Hayatta pek çok sınırla karşılaşacaksın ve bu gün en geçilmek istenmeyen ve en uzak görünüp birdenbire ve bir duvar gibi önüne dikilecek en acımasızından bahsedeceğim sana...
  Sessiz sedasız gezinen, kendi halinde ve kendi dertleriyle vade dolduran iyi görmeyen ve duyamayanların eksilen duyularıyla yaşamaya çalıştığı o uzak sınır ülkesiyle.. 
  Hemen şu an gezdirdiğinde de bakışlarını, görüş açındaki her insanın uzun yaşamak istediğini fakat kimsenin yaşlı olmak istemediği bir ikilem sezeceksin hazır ol...
  İnsani yönden bakacaksın sonra ve anlayacaksın ki; ölümün işlevi aslında yaşlılığa son vermekten ibaret...
   Başına çok şey gelse de insanoğlunun; yaşlılığın muhtemelen en beklenmeyeni olduğunu göreceksin...
  Dünya Sağlık Örgütü'nün açıkladığı ve aklımın bir türlü almadığı rakamlardır aslında bugün, anlatmak istediklerimin en garibi ve üzerinde düşünmeye değer olanı üzerine:
   Buna göre dünyadaki (tüm) ülkelerde en yüksek intihar oranının 75 yaş üzeri bireylerde olduğu görülmüş...
  
(ÇOCUK OLMAKTAN HİÇ VAZ GEÇME)
Okuduklarıma göre, gençler intihara daha çok teşebbüs ediyorlarsa da; ölen kadın ve erkeklerin çoğu ileri yaşlarda olanlarmış...

 Her intiharın kendine özgü hikayesi var şüphesiz,
 fakat ihtiyarların intiharlarında gözlenen başlıca nedenlerin; hastalık yalnızlık ve depresyon olduğu tespit edilmiş...
     O halde;
   ''Kimse hayatı yaşlanmakta olan biri kadar çok sevemez'' diyen Sofokles yanılmış olmalı...
   Velhasıl De goulle'ün dediği gibi olmalı bu yazının özeti;
   ''Yaşlılık bir gemi enkazı...''
   Benim özetim ise 'Onları görmezden gelme' demek olacak sana.
   Onları görmek çok zor gelecek olsa da sana...
Çetin Tarı/ Kasım



(REKLAMLAR;)

  

22 Kasım 2016 Salı



ÖLÜ ADAM, BEN VE DİĞER HİÇKİMSE

BÖLÜM 10

KİTAP

(PENCERENİN ARDINDA)
   Harika kitapların olacak ve çoğunu beraber okuyacağız.
   Bazen tartışacağız üzerlerinde ve çoğunlukla belki, fikir ayrılığına düşüp sessizce protesto edeceğiz birbirimizi.
  Sen  Hamingway'in kitabını çok beğeneceksin; 'Çanlar Kimin İçin Çalıyor' başlıklı
   ve  bense gözündeki değerim artsın diye muhtemelen, çok  bilmişlik yapacağım John Doe'nun aşağıdaki sözlerini hatırlatarak sana..
 
(OKU)


(Fındık; arka ayaklara dikkat ;)

   ''Her insanın ölümüyle eksilirim'' der John Doe... ''Çünkü insanlığın bir parçasıyım.
   İşte bu yüzden,
  çanlar kimin için çalıyor diye sorma,
   Senin için çalıyorlar...''
   ve sana söyleyemeyeceğim zamanlarda belki
   Albert Camus olacak aklımda;
belki yok veya gidecek olduğundan...
   ''O halde tek seçeneğimiz,
   estetik açıdan bize en uygun intihar şeklini bulmak:
   Evlilik ve
  haftada kırk saatlik bir iş,
   ya da bir tabanca...''
  Kim bilir belki de
   bunların tümüne sahip olacağım zavallı bir vaz geçme anında...
  Ve yağmurlu bir pazar günü
   ne yapacağını bilmeyen milyonlarca insan gibi,
   Ölümsüzlüğe özenerek aslında...


Çetin TARI/ Kasım

20 Kasım 2016 Pazar


ÖLÜ ADAM, BEN VE DİĞER HİÇKİMSE

BÖLÜM 9

YÜZ

   Yüzlerine bak...
(YÜZ)

   Her şeyin yazılı olduğunu göreceksin...
   Mutsuzluk, kararan yılların gölgeleri,
   göz yaşlarının açtığı vadiler,
   hayal kırıklıklarının, kaşların hemen üzerine yığdığı puslu tepeler...
   Hüznün pas gibi içten içe yaktığı ve yıkılmış kaleler gibi ağır devrilen göz kapakları...
   Onları anlamak için yüzlerine bakmanı tavsiye edeceğim sana ve bakışlarını kaçırmamanı.
   'bir tek gözler değişmeyecek yaşlanınca' diye yalan söyleyecekler sana inanma; her şey bozulacak.
  Mutlu olmayı asıl sebebin, görevin sanacaksın aldanarak; inanma onlara ve sadece yüzlerine bak.
   Sana bakmıyorlarken ama...
   Ne trajik hayatlar ve hayatın bizzat kendisi...
    Belki de bu yüzden severim Schopenhauer'i; insana acı verecek kadar dürüst olduğu için sözleri ve aslında 'Dost'un yeri geldikçe acı söylemesinden'  yana olduğum için...
   Bu sebeptendir işte, severim açık sözlerini,kötümserliğini, mutsuzluğuma ayna oluşunu...
   Doğuştan gelen tek yanlışımız olduğunu söyleyen Schopenhauer'i örneğin;
   'Varoluşumuzun asıl nedeninin mutlu olmak olduğunu sanmamızdır!' diyen kaba dehayı...
   Bu inançta devam ettiğimiz müddetçe ...
   dünya bize çelişkiler içinde bir yer olarak görünecek...
(NEFES AL)
   çünkü her adımımızda, büyük şeylerde olduğu kadar küçük şeylerde de,          dünyanın ve hayatın mutlu bir varoluş için uygun olmadığını bütün açıklığıyla göreceğiz...
   Bu yüzdendir ki
   neredeyse tüm yaşlıların yüzlerinde
  hayal kırıklığı dediğimiz
   bu ifadeyi okuyacaksın...
(Çetin Tarı 2016/ kasım)



19 Kasım 2016 Cumartesi


BUGÜN PAZAR

VE BUGÜN İLK DEFA BENİ GÜNEŞE ÇIKARDILAR

   Ve fekat pazarları dükkanın kapalı olduğunu söylemiştim sana.
   Şimdi senine dışarı,
   Güneşe çıktığımı hayal edeceğim sadece...
   Sadece sen ve yanı başında sadece ben...














WHIPLASH 
(İZLEMELİSİN BUNU YA DA BERABER İZLERİZ ZATEN!)







closed yazısı ile ilgili görsel sonucu

ÖLÜ ADAM, BEN VE DİĞER HİÇKİMSE

BÖLÜM 8

GÜZEL

   Dün için üzgünüm.
  Herhangi bir zaman içinde bakıp bir sayfayı eksik görmüş olmalısın ve eminim umursamışsındır zira hepsi, her şey sana yazılıyor.

(GÜZEL)

   Yatağına sert çarpan ve durulması zor, incelmiş bir kıvrıma gelen bir akış içinde ömrüm.
   Şu an için elbet ve umudum bir kaç ay geçince daha geniş bir zeminde ve güneşli günler altında sakin, ılık akacak yine ışıldayarak...
   Düşüncelerimi toplamaya çalıştıkça suya düşen bir taşın durulmuş zeminden çamur kaldırması gibi görünmez oluyor her şey...
   Yine de sadece köşeyi döndüğünde bile seni bir şeylerin bekliyor olduğu fikri dayanmanı sağlıyor sanırım...
  Velhasıl 'hayatta rehber edindiğin fikir nedir? diye, muhtemelen dünyanın en soyut ve o yüzden en zor sorusunu soracağını  bildiğimden bana bir gün;
  bir süredir hazırlanmaya çalışıyorum buna...
 
(GÜZEL ŞEYLER OKU)
  Sana vereceğim cevap elbette ki o an için belki, daha iyi olacaktır ama şu an olsa ressam John Constable'ın şu sözlerini devşirirdim, sanki kendiminmiş gibi ve seni etkilemek umuduyla;
   ''Hiçbir şey çirkin değildir;
  hayatımda çirkin olan bir tek şey bile görmedim:
  bir objenin şekli nasıl olursa olsun,
   doğru ışık, gölge, perspektif
   onu daima güzel gösterir...''
   Bu sözdeki bilgelik şu manaya gelir bana göre; bakış açın ve zihninin, ona verdiklerinle eğitilebilir ve seni daha mutlu etme kapasitesinin bulunduğuna...
  Söylemek istediğim şunun gibidir belki de;
  'Güneşin nefis bir şey olduğunu sen de bilirsin örneğin,
  Ve yağmur iç açıcı kokusuyla harika olandır,
  Rüzgarlar saçlarını okşar benim gibi
 ve kar canlandırır bembeyaz ışığıyla.
  Demem o ki 'kötü hava diye bir şey de yok' aslında ;
  Hepsi iyi havanın girdiği çeşitli kılıklar sadece...
(FINDIK'I SEV)
  Hepsi güzel hava ve hava hep güzeldir kısaca...
   Tümünün özeti olan ve sık sık düşündüğüm mottoma gelince; 
   Biliyorum ki sen de anlayacak
  Ve her sabah tekrar edip üzerinde düşüneceksin benim gibi;
   Daha güzel olsun hayatın
  Ve daha güzel görünsün diye her şey sana...
  İşte sihirli kelimeleriyle hayatıma anlam katanşey:
Bir şey yap.
Güzel olsun.
Çok mu zor?
O vakit güzel bir şey söyle.
Dilin mi dönmüyor?
Güzel bir şey gör.
Veya, güzel bir şey yaz.
Beceremez misin?
Öyleyse güzel bir şeye başla.
Ama hep güzel olsun.
Çünkü her insan ölecek yaşta.
Geç kalmayasın…
Şems-i Tebrizi

16 Kasım 2016 Çarşamba

ÖLÜ ADAM, BEN VE DİĞER HİÇKİMSE

BÖLÜM 7

ON ALTI

   Bir sır vereceğim demiştim sana, uzun yaşam ve sağlık üzerine; işte şimdi anlatıyorum beni çok etkileyen ve en
(SAĞLIK)
kısa zamanda bir rutin olarak hayatıma ekleyeceğim bu şeyi...
   Bahsedeceğim şey, bir dini ritüel olmasa da,  yine de bir tür oruç: 12 saatten fazla süre için kalori almayacağın...
   Yalnız hemen gözün korkmasın Prf. Yörükoğlu'na göre bu süre içinde su ve kalorisiz içecekler alabilecekmişsin...
   Yapılan çalışmalar uzun süre kalori almamanın şaşırtıcı faydalarını ortaya koymuş.
   İnsan metabolizmasının binlerce yıllık evrimi göz önüne alınırsa bolluk dönemlerinde üreme ve büyüme, açlık dönemlerinde ise özel mekanizmaların devreye girmesiyle tamirat ve bir tür bahar temizliğine odaklanmaktaymış vücudumuz ki bugün sana bu bahar temizliği ve sebepleridir anlatacaklarım.
   Özetle; yediğimiz besinlerin kana karışması ve sindirimi 4-5 saat sürmekte. Bu zaman içinde kanda şeker ve yağ seviyesi önce yükselir ve bu süre (5 saat) sonunda da tekrar düşmeye başlıyormuş.
  Püf Nokta: Diyelim ki acıkma anı olan 4-5 saat sonunda da yemek yemedin, ne oluyor metabolizmada?
   1. Karaciğer ve kaslarında önceden depolanan şeker (gilikojen) devreye girip harcanıyor ki bu depoların ömrü 6-7 saat.
(SPOR)
   2. Şeker tükenince metabolizmamızın en önemli rezervi yağlara sıra geliyor. Son yemekten 12 saat sonra yağ yakmaya başlıyorsun.
   3. Vücut hafiften kıtlık durumunu sezip koruma mekanizmalarını devreye sokuyor:FOXO denilen gen uyarılıyor.
   Bu gen hücrelerimizin çöpçüsü diyebileceğin Lizozomları uyararak içlerindeki eskimiş DNA'lı ve bozulmuş yapı ve proteinleri yemeye (temizlemeye) başlıyor.
   FOXO aynı zamanda hücre içinde ki tamirat genlerini de uyararak yeni ve taze yapıların üretilmesini sağlıyor yani bahar temizliği ile bir yenilenme ve dönüşüm mekanizması oluşuyor ki bu olaya Otofaji denmekte.
   Yeni duyduğun bu kavram, aslında son yıllardaki Anti-aging araştırmalarının da merkezini oluştur. (aslında her hangi bir ilaç ya da mucizeye değil sadece bir süre için aç kalmanın yeterli olduğunu biliyorsun artık).
   Velhasıl kalori kısıtlaması kişiyi hastalıklardan korumakta ve ömrü uzatmakta, örneğin 1/4 oranında kalori almayı kesersen (2000 değil de artık 1500) ömür beklentisi bu kadarcık bir oran için bile % 15 civarı artıyor...
   Final ise bu orucu nasıl tutacağınla ilgili: Akşam sekizden sonra hiçbir şey yemiyorsun ve 16 saat süresince bekliyorsun ki yukarıda sana anlattığın temizlenme yenilenme süreci (anti-aging) gerçekleşsin. 
   Ertesi gün öğlen saat 12'de oruç bitiyor
   Bu arada su ve kalorisiz gıdalar içebiliyorsun diyor Profösör'ümüz ve bunu haftada bir iki kez yapmak sağlık ve ömür beklentisi üzerinde inanılmaz faydalar sağlamakta...
(FINDIK)
  Doğrusu kafama fazlasıyla yatan bu yazıyı okuduktan (ve yazdıktan sonra) hücrelerimdeki çöplerin ağırlığını iyice (psikolojik tamam!) hissetmeye başladım.
   Dediğim gibi aslında, bunlar benim için yazıldı ama seninle de paylaşmak istedim ve belki bir gün birlikte uygularız diye,
   Kim bilir...
Çetin Tarı/ 2016

15 Kasım 2016 Salı

ÖLÜ ADAM, BEN VE DİĞER HİÇKİMSE

BÖLÜM 6

120 YIL

(YAŞAMAK)
    Bugün, öğrendiğim yeni bir şeyden bahsedeceğin sana ve aslında kendim,(unutmamak) için...
   Diğer yandan ömrümün olması gerekenden uzun olması mecburiyeti konusunda da fikir birliğinde olacağımıza göre; bununla ilgili senin de ilgini çekecek bir şeyden bahsedeceğim, belki rollerimiz değiştiğinde ve çok sonra kullanasın diye...
   Profesör Yörükoğlu'nun kitabından okuduğum bu şeye, 'Kalori Orucu' deniyor ve bilmelisin ki 'aç kalmak ya da açlık sınırında bir yaşam' ömrü (fareler üzerinde de yapılan bir deneye göre (beşte bir oranında) uzatmakta.
   Yine de  100 yaşını geçebilen çok fazla insanın olmadığını ve dünyada bu sınırı geçebilen halihazırda sadece 800 kişi olduğunu da söylemeliyim sana...
   Uzun ömür, genlerimizdeki bir araz dolayısıyla nasip görülmemiş bize ve ölüm suçunun şu an için bir numaralı failinin telomer denilen yapılarımız olduğu söylenmekte.
(ÖĞRENMEK)
   Olabildiğince basit anlatacağım bu telomer denilen şeyler, kromozomların uçlarında bulunan (ayakkabı bağcıklarının ucundaki plastik şeylere benzer) DNA parçaları ve maalesef her hücre bölünmesinden sonra bunların bir kısmı da yok olup gidiyor...
   Sınırlı sayıda bölündükten sonra ömrün sonuna doğru iyice kısalarak, yeterli düzeyin altına inen telomer artık görevini yapamıyor ve ömrün bitiyor olduğunu böylece tayin ediyor...
   Biyolog Leonard Hayflick, 1965'de laboratuvar ortamında, ayrılmış hücrelerin ölmeden önce en fazla 50 kez bölünebileceğini keşfetmiş ve o gün bugündür ömrümüzün sınırını belirleyen bu rakama Hayflick Sınırı deniliyor.
   Bu arada sınırsız sayıda büyüme yeteneğine sahip iki çeşit  hücrenin daha bulunduğunu söylemeliyim  ki; bunlardan biri kök hücreler iken diğeri de kanser hücreleridir...
(FANATİK)
   Tüm bunların ve 50 kez bölünmenin ne anlama geldiğini soracaksan olursan eğer  Hayflick Sınırı'nın, yaş olarak değerinin; en fazla 120 yaşına kadar yaşamak (istisnalar hariç) olduğunu söyleyebilirim sana.
   Yeterince uzun ama önlem alınmazsa eğer ülke ortalaması olan 76'yı dahi görebilmek bir hayal...
   Aslına bakarsan asıl anlatmam gereken ve en heyecanlı kısma (Kalori Orucu) gelemedim henüz, buna alışmalısın.
   Bundan sonra da böyle olacak aslında; Konu konuyu açacak seninle ve biz başka başka şeylerden bahsedeceğiz çoğunlukla muhtemelen heyecanlı, gülerek, gerçekten orada ve canı gönülden dinleyerek...
  Tüm bu anlattıklarımda seni  endişelendirmesin ama,
  zira; senin için elimden geldiğince uzun yaşayacağım sana söz ;)
    Velhasıl anlatamadığım kısma da yarın döneceğiz  ve bunu nasıl yapacağıma...

14 Kasım 2016 Pazartesi


ÖLÜ ADAM, BEN VE DİĞER HİÇKİMSE

BÖLÜM 5

ZAMAN (PART II)

Fotoğraf: Miss Manga ♥ Barbi ezen a kèpen gyönyörü :) szeritetek nem?
(DAHA İYİ TANIYORUM SENİ ARTIK)
   Kim olduğunla ilgili yeni şeyler öğreniyorum her an, sonuncu ve belki en önemlilerinden biri Cumartesi oldu.
    Bize benzeyen coğrafyalarda 'Şanba' denilen ve İngilizcesinin de türediği, Latincede 'Satürn Günü' manasına gelen gün...
   Cumartesi gerçekten kanatlara sahip olup olamayacağını yani senin için seçilenin uygun olup olmadığına kesin olarak karar verebildiğim, onayladığım ve üzerine zaten bir parçanmışçasına oturan 'Özne'nin gerçekten de sana ait olduğunun onaylandığı gün oldu, ne mutlu...

(ONU SEVECEKSİN)
   Hem en güzel gezegenin de Satürn olduğunu öğreneceksin yakında; incecik buzdan eteği ile, zarifçe eğik ve henüz ölmüş bir güzellik kraliçesi kadar şiirsel... Fakat dünya ile karşılaştırılamaz güzelliği ve yağmur, sık sık yağarken Dünya'ya; Satürn'e 1000 yılda bir yağar öldürücü metan gazının sıvılaşmış hali ile...
   Bizde günler, isimlerini Arapça rakamlardan alırlarken (pek orijinal değil haklısın), ilk isimlendirildiklerinde (latince); gezegenlerin isimleri seçilmiş her biri için. Fakat 'Pazar' hariç, o Dünya'ya en yakın yıldızdan almış ismini; Sunday...
    Her neyse izleyen varsa eğer paylaştıklarımızı, neden bahsettiğimizi en azından şu an için anlayamayacak demiştim; sanki bir cinayet romanı gibi, ama sonunda ya da kritik sayfalara ulaşıldığında 'en baştan tahmin ediyordum!' dedirten: Fakat sorumuz bu değil  ve şu an yalnız sen ve yalnız ben varız burada...
   Satürn gününden çok önce sana ait bu şeyi tahmin ettiğim gibi başka özelliklerini de tahmin edebilirim belki.
   Örneğin; susuyor olman her zaman söyleneni onayladığın manasına gelmeyecek kanımca, bazen sadece aptallara cevap vermek istemediğin için susacaksın Einstein'ın dediği gibi.

  Ve kedileri de seviyor olmalısın öyleyse eğer şanslısın, dünyanın en sevimli (ama en uyuşuk) kedisine sahibim; o da sevecektir seni eminim...

  Zaman demiştim sana dün ve zaman konusunda da kafan karışacak sık sık ama bilim yol gösterecek sana korkma ve yine Einstein gibiler.
(HERKES, HERŞEY BİR)

   Ve iş, zamanın geçişi konusuna anlamaya gelince kendi psikolojik filtrelerine takılıp kalacaksın.
   Şu sözleri başka hiç bir ortamda ve başka kimseden duyamazsın örneğin; zira bunları en yakın arkadaşı Michele Bessso'nun ölümü üzerine onun kız kardeşi ve oğluna yazdığı mektupta dile getirir Einstein...
   ''Michele bu tuhaf dünyayı terk etmekte benden önce davrandı.
   önemli değil...
   ikna olmuş ve inanmış fizikçiler olarak bizler için geçmiş,
   şimdi ve gelecek arasındaki ayrım,
   ne kadar ısrarcı olursa olsun,
   yalnızca bir yanılsamadır. ..''
   Kader, hüsran, ve krizlerimiz; hepsi içsel bir zaman ve nedensellik modeliyle sabitlenmiş gibi genlerimize.
   Oysa sen Einstein'a güven: zira zaman yok diyor, Sufi'lerin de katılacağı gibi;    her şey, sen- ben biriz...
(ÇETİN TARI/ KASIM)



ÖLÜ ADAM, BEN VE DİĞER HİÇKİMSE...

BÖLÜM 4

ZAMAN

(ZAMANA FAZLA DA KAFANI TAKMA)
   Zamanın ne olduğuna dair bilebiliyorsam eğer küçücük bir kırıntı, sana da anlatacağım rehber olsun diye eğer gerçekten varsa bu şey...
   Uyuyorken sen örneğin, bir dev olmanın ne kudretli şey olduğunu tadabilmen için Jonathan Swift'in  Güliver'ini okuyacağım sana, fısıldar gibi ve bu kitapta geçen ve bence zamanın ne olduğunu da en iyi anlatan paragrafı fısıldayacağım kulağına;
    ...Liliput ülkesindeki cücelerin, kahramanın cep saatine nasıl bir şaşkınlıkla tepki verdiklerini  anlatan...
   ''Liliput'lulara tamamen yabancı olan bu tuhaf makine İmparatorun büyük ilgisini çeker ve kendisine açıklanamaz gelen yelkovanın dönüşünü, saatin içindeki hiç durmayan sesi büyük bir dikkatle gözlemler.
   En güçlü muhafızlardan ikisi, saatin halkasından bir sırık geçirirler ve biracı çıraklarının bira fıçılarını taşımaları gibi omuzlarında taşırlar.''
  Tuhaf alet incelenir ancak bilginlerin fikirleri 'birbirinden çok farklıdır.'
   Sonunda saray adamlarından biri rapor verir:
  
(DEV OLDUĞUN HER YERDE,
EĞİLMEYİ DE BİLECEKSİN, GÖREBİLMEK İÇİN...)
''Tahmin ettiğimiz gibi bu alet ya bilmediğimiz bir hayvan ya da devin taptığı Tanrıdır. ama biz ikinci görüşe daha fazla ihtimal veriyoruz çünkü bize ; bu şeye danışmadan nadiren bir iş yaptığını söyledi...''
   Fakat zamanın ne tehlikeli bir aldatmaca olup içinde bir kere sürüklenmeye başladığında kıyıya yanaşmanın da ne kadar zor olduğunu da hatırlatacağım sonra.
  Japonların 'Sessiz Zamanlar'ını getireceğim gözlerinin önüne; çay evi denilen o basit ve küçük mekanda çay içmeleri ve her ritüeli zamandan ne kadar ırak, soyut ve sonsuz ama acelesiz yaşadıklarını...
Bundaki bilgeliği, farkına varabilmeyi, zamanı uzatabilmeyi...
Zamanın dışına çıkıp tekrar tekrar seninle birbirimizi görebilmeyi...

(Çetin Tarı KASIM/2016)


REKLAMLAR:


     
   

12 Kasım 2016 Cumartesi

PAZARLARI YAZMAYACAĞIM VE FEKAT...



*Yarın devam elbet...
ve yarına kadar bu moddayım.



ZAMANIN KIYMETİ BİLMELİSİN..!



ÖLÜ ADAM, BEN VE DİĞER HİÇKİMSE...

BÖLÜM 3

ANLAM


(AKLIN ERENE DEK)
   Kim olduğunu biliyorum ve sen de kim olduğumun farkındasın belki ama, sohbetimize şahit olan biri (ki bunun için yazılmadı bunlar) en azından şu an için bir anlam veremeyecektir muhtemelen aramızda geçen tüm bunlara, bağımıza, kim olduğumuza.
   Her neyse ve kaldı ki sırrımız tüm bunlar; başka hiçkimse için yazılmadılar, yalnız senin için...
   Varolacağın dünya ile ilgili yine demir kadar çıplak  ve yine iç karartan pas soğuğu şeyler anlatacağım sana bu gün; ama korkma yanındayım...
   Kozandan çıkıp sımsıkı yere bastığında dünyaya ayaklarına da çok güvenmemeni önereceğim sana: güvenmen gereken tek şey sana vereceğim kanatlar olacak zira; ya da her zaman orada; sırtının, kürek kemiklerinin hafifçe kamburlaştığı yerde uç veren kanatlarını göstereceğim sana zaten senin olan..
   Baş döndürücü bir hızla artarken varolacağın evrenle ilgili bilim ya da felsefi görüşler ve ardından evrenin büyüklüğü daha bir açık hale geldikçe; insanın öneminin de o ölçüde yitirildiğini fark edeceksin (senin gibi) küçücük bir zaman ardından ve neredeyse kaybolma noktasına gelene dek...
   Bugün, yani benim zamanımda artık, anlaşıldı ki uygarlıklara atfedilen (sözde hayranlık uyandıran) devasa, dönemsel zaman ölçekleri, gezegendeki çok hücreli yaşamın uzun tarihi içinde  ve elbet yaşamın tarihi de tutunmaya çalışacağın gezegenin tarihi içinde bir göz kırpma süresiyle tarif edilebilecek...
    Ve elbet bu gezegen de evrenin o  muazzam genişliği içinde küçücük bir madde zerresinden ibaret: uzayın o ıssız eğriliği boyunca kendisi gibi küçük zerrelerden uzağa kozmik hızlarla taşınan küçücük bir nokta üzerindeki küçücük bir noktasın anlayacağın...
  Bundan 200 milyon yıl sonra ise (neyse ki göremeyeceğin bir trajedi ile) bu hayat dolu, cıvıl cıvıl gezegen , -(bugün bile bir şekilde fark ettiğinden emin olduğum) Güneş'in- genişlemesiyle yok olup gidecek.

(AMA ŞİMDİ TADINI ÇIKAR)
Sana bırakacağım kitaplar arasında rastlayacağın Leslie Paul'ün 'İnsanlığın Yok Oluşu' kitabında bununla ilgili altını çizdiğim şu notu okuyacaksın bir gün;
   ''Bütün yaşam yok olacak, bütün zihinler duracak ve her şey, sanki hiçbir şey hiçbir zaman oluşmamışçasına geriye dönecek... Dürüst olmak gerekirse, evrimin uğruna yolculuk yaptığı hedef de budur; çılgınca yaşayıp çılgıncasına ölmenin varıp varacağı 'hayırlı son'...''
   Velhasıl aklın ermeye başladığında başına ilk dert olan çözümsüz bela anlamsızlık sorunu üzerine olacaktır; yardım edemeyeceğim için gönül koyma bana.
   Yine de yol göstermek için kitaplar karıştıracağım senin için belki ikimizi de kurtaracak,
   Ama şu an gerçeği kabullenip biraz dinlenme vakti...
   Şu an için yapabileceğimiz ve bildiğimiz bundan ibaret:
   ''Yaşam dediğimiz şey karanlıkta yakılan ve hemen ardından sönen bir kibritten farksız.
   Er veya geç ulaşılan sonuç ise;
   onun anlamdan bütünüyle yoksun kalması...''
  


Çetin Tarı (Kasım/ 2016)