DİNLE KÜÇÜK KIZ...
Çıkabilmek için dışına evrenin
kapıyorsun perdelerini
ve dinliyor,
kendinden arınmış bir hiçlikte
sadece kendini yok kılıyorsun aslında...

Her şey
içine
ve çok daha derinlere işliyor
her zamankinden,
ve her şey
orada neler olup bittiğini asla bilemediğin
iç dünyana gidiyor
peşinen sürükleyerek seni...

Ardında
sayısız tek hücreli,
sayısız yıldız
boşlukta kıvrılarak yanan
binlerce köprü
ve ille de yaşayamadığın aşklardan
koparıyor ilkin
kör bilincini...

Damla damla akarken zaman
artık hiçbir şeye şaşırmayacak kadar
büyüyorsun sonra,
ve deli saçması bir oyunun seyircisi gibi
yanın sıra geçip giden
hayaletlere takılıyor gözlerin,
gözlerinde soğuk çiğ damlaları süzülen...

Geceler en çok da,
onlar üstüne geliyor,
kaçmanın
gizlenmenin mümkün olmadığı...
gümüş peleriniyle
yırtarken aydınlığı,
ince siyah bir kan sızıyor rüyana nihayet...

Karanlık sülietiyle
geliyor baş ucuna,
ölürken aydınlık
titriyor
son bir kelime edebilmek için kulağına;
''Yalan'' diyor ışık
''verdiğimiz umut sana,
aslında karanlıktır sizin tek gerçeğiniz...''

Ve gece,
lal rengi rüyalar uçuşurken karanlıkta
öpüyor yanağından şefkatle,
aslında hiç yaşamış
ve hiç var olmamışsın gibi sıcacık...