BİLİNMEYEN NO: 147
EN BOŞ MASALIN BİLE, HAYAL GÜCÜ İÇİN BÜYÜK BİR ÇEKİCİLİĞİ VARDIR VE EN KÜÇÜK ÖZ DE AKILCA ŞÜKRANLA KABUL EDİLİR...YA DA ÖDÜL ALDIĞIM KARANLIK BİR HİKAYE: KIRMIZI
![]() |
(BİR HİKÂYE) |
Bir radyo haberinde duyduğum; 'adamın birinin kafasına aldığı darbe sonucu renk körü olduğuna dair bana ilginç gelen durum' hikayeyi yazmamda ilham olmakla beraber adamın psikolojik durumu + hapsedilmenin kaotik sonuçları + zamanın 1800 li yıllara ayarlanması aşağıdaki hikayeyi çıkardı ortaya...
NOT: karman çorman bir romana başladığım için sık olamasa da yine de fırsat buldukça burada bulunmaya devam edeceğim...
diğer yandan ilk kitabım Şubat sonunda muhtemelen yayınlanacak o zaman daha sık yazacağımı belirtirim vesselam...
KIRMIZI
![]() |
(VE RENKLER HAKKINDA) |
‘’Ali Paşa’daki kabadayıyla kavga ediyormuş
bu, şans eseri adam kendi usturasına biçilip ölmüş diyorlar.’’
Misafir kadın felaket haberi almışçasına
abartılı iki yana sallanarak yanı başlarında fasulye ayıklayan genç kıza baktı.
‘’Bizzat kadı Efendinin akrabası olan genç
ölünce, önce kürek mahkûmu yapmışlar bunu…’’
Kız içini çekti. Dinlemek istemiyordu ama
işini de bitirmeliydi, sonra koşarak eve gidecekti. Bugün görebilirdi onu
belki. Hem geleli üç gün olmamış mıydı?
![]() |
(GÖREMEMEK) |
‘’İstanbul’un o büyük Kasımpaşa zindanında
kalmış diyorlar. Karanlık surlarla çevriliymiş burası. Ama zindan dediysem;
camisinden, fırınına, hamamından, çeşmesine her şey varmış orada, hatta bir Hıristiyan
ibadethanesi bile bulunurmuş diyor karşı evdeki Ermeni terzinin karısı.’’
İhtiyarın susmayacağı belliydi, fasulyeleri
daha bir hızlı ayıklamaya başladı. Elbet olanları biliyordu ve hatta tüm İzmir
de biliyordu belki. Ses etmedi. Bir kez daha anlatmadan, kendini vazgeçirmeye
çalışmadan susmayacaklardı. Zaten üç gündür herkesten aynı şeyleri dinlemiyor
muydu?
‘’Gündüzleri dışarıda, kadırgaların
yapıldığı kasabada çalıştırıyorlarmış…’’
![]() |
(EN ÇOK DA KIRMIZIYA ÖZLEM) |
Telkinleri bir şey değiştirmiyordu.
İnanmıyordu suçlu olduğuna ya da ‘delirmiş’ dediklerine.
Giderken ‘bekle’ demişti. Elbet
bekleyecekti. Seviyordu, ilk göz ağrısıydı o…
‘’Ege
adalarından, yakalanan Hıristiyan gemilerinden ya da Frenk şehirlerine yapılan
akınlardan esir edilen kim varsa, itin uğursuzun yanına tıkmışlar bunu… Kim
bilir nasıl insanlarla yarenlik etti o yılan deliğinde yıllarca.’’
Genç kız gözünden süzülen görünmesin diye
olacak, daha çok eğdi incecik boynunu…
![]() |
(KAOS) |
‘’A kızım, dinlemezsin ama dikkat et diyoruz
sana, o artık senin bildiğin Hasan değil. Yollarda kendi kendine konuştuğunu
söylüyor tüm mahalle. Gâvurların görmek için Fizan’dan geldiği o güzel derenin
kıyısına oturup, saatlerce rengârenk kumlarına bakıyor ve sonra birden kızıyor
hiddetleniyormuş, buna ne demeli?’’
![]() |
(RENKLER) |
Biri sussa diğeri başlıyordu. Ama bitmek
üzereydi işi, bir an önce mahalleye dönecek ve Hasan’ın kapısı çalacaktı bu kez.
Onu beklemişti, hakkı vardı buna…
‘’Kimseyi istemedin de, ille dönmesi
bekledin ya, çok yazık… Bak anan iki gözü iki çeşme, yataklara düşecek. Uzak
dur o adamdan, giden yavuklun değil o artık. Üç gün oldu da seni görmeye bile
uğramadı ya evinize, yalan mı?’’
Sürekli geliyor ve sürekli gidiyorlardı…
Tüm gemilerin yanaşma yeri ve yarışma noktasıydı burası. Kayıklar, Osmanlı’nın
savaş gemileri, Fransa’nın, Avusturya’nın ağır savaş gemileri, tüm ulusların
her türden gemileri vardı limanda.
‘Esaret zamanı yaptığım kadırga bile
olabilir’ diye düşündü, martı misali açıkta süzülen için.
![]() |
(AYŞE) |
Birbirine dolanmış dar sokaklara girdi.
Etrafta deve sürüleri geziyordu. Anadolu’nun en büyük pazarıydı burası. ‘Acem
ipekleri, Beypazarı iplikleri, balmumu, Mahmude otu, ravent, afyon, aloe, kasnı
otu, Arap zamkı…’ her kafadan bir isim çıkıyordu. Duymasına rağmen
hatırlayamadığı hayallerin diyarıydı burası.
Suriye elmaları, Umman şeftalileri, Halep
yaseminleri, Şam nilüferleri, Nil hıyarları, Mısır’ın misket limonları, sultani
ağaç kavunları, Mersin yemişleri…
İlk kez görüyormuş gibi meraklı ya da acı bir
kaybı arıyormuşçasına bezgin, tam ortada durup tezgâhlara bakındı tekrar.
İlk kez değildi elbet buraları gezmesi ama
esaretten döndüğünden beri gördüğü renksiz gölgelerin hiçbiri maziye ait
hatıralarla uyuşmuyordu.
![]() |
(DÖNDÜĞÜNDE OLAMAYAN) |
İkindi ezanı çoktan okunmasına rağmen hava
hâlâ sıcaktı, alnındaki teri sildi mendiliyle. Sessizce etrafı dinledi sonra ve
açtı gözlerini.
Şeyler vardı elbet ama renkler…
Renkleri tamamen solmuş, kurumuştu...
Sadece kokucu dükkânını görünce sevindi bu
yüzden; gülsuyu, portakal çiçeği kurusu, amber, miskle karışmış gül kokusu
serpen bir gülabdan, erkek kokusu saçan tohumlar, sandal ağacı dalları,
sarısabır ödü, İskenderiye’den rengârenk koku mumları…
(BEKLEMEK) |
Kokularla bir sorunu yoktu ve hatta
sarımsaklı güveç, yağ ve balık kokuları dahi midesini bulandırmadı bu kez. Her
şey beş yıl öncesi gibiydi ve hatırladığı kadarıyla aynı kokuyordu yine dere
kenarındaki, rengini mor diye bildiği ama artık kirli gri gördüğü Erguvanlar.
Bedestenin bulunduğu sokağa saptı. Bursa
ipeği, sabahlıklar, altın işlemeli muslinler, diğer tarafta kadifeler ve deri
terlikler. Kayserili halı tüccarlarına ait, rengârenk olması gereken ve bu
yüzden yine içini hüzün ve hiddetle dolduran duvar halıları.
Köşedeki silah dükkânına yöneldi dalgınca.
Pers cangiar hançerleri, Şam kılıçları… Farkında olmadan geldiği bu yerden
rahatsız oldu. O uğursuz günden beri silah taşımaya tövbe etmişti.
(KARAR) |
Bir anlığına kuşağına gizlediği paket geldi
hatırına.
Yokladı, neyse ki yerindeydi…
Bedestene girmek istemedi. Kapalı yerlerde
duramıyordu artık. Kayıkçı kahvehanesinin bulunduğu ara sokağa saptı ve
ardından pazardan çıkmak üzere kuzeye, Ermeni ve Frenk mezarlıklarının
bulunduğu koruluğa yöneldi.
Pazarın seyreldiği ağaçlıklı yolun sağında
seyyar limonata, şerbet, kötü dondurma ve macun tezgâhları bekleşiyordu.
Yaşlı bir macuncunun yuvarlak tepsisine
yanaştı, heyecanlıydı.
Üçgen bölmeli, her haznesinde farklı tat ve
renkte olması gereken macunları inceledi. Her şey yanlıştı, aradığı burada da
yoktu.
![]() |
(HAYAT) |
Tezgâhı kaldırıp çimenlere fırlatmamak için
zor tuttu kendini.
Görebildiği sadece gölgeler olmuştu yine...
Başının ardına kürekle vurdukları o geceden
beri kafasının içinde görmesini sağlayan yolda bir şeyler parçalanmıştı.
Göremiyordu artık renkleri. Sadece koyulu
açıklı şekillerin her tondan çamurumsu gölgeleriydi dünyasından kalan.
Pazara gelmesinin sebebi de buydu belki, bir
umut...
İzmir’in en renkli yerindeydi şu an. Burada
da rastlayamazsa hiçbir yerde bulamayacağı belliydi çok özlediği kan kırmızıyı…
‘Zindanda deli oldu Hasan’ demişlerdi
ardından, ama deli değildi. Sadece, renkler çıktığı için hayatından kalbinde
çırpınan yaşam durulmuştu. Öldürmek için bir kez, urganla asmıştı kendini ama
zindan gibi yerde bulabildiği tek çürük ip de yarı yolda bırakmıştı onu…
Göremediğinden olacak, yine içinde bir
şeyler taştı. Hâkim olmak için kendine derince soluklandı...
![]() |
(AYNI KİŞİ DEĞİL DEDİLER ONA) |
‘’Her renginden ver’’ dedi yaşlı macuncuya,
çıkardığı tüm kuruşlarını tepsiye boşaltırken.
Az sonra evin olduğu sokağa girdi.
Pencerelerden onu gözlediklerini biliyordu, adımlarını hızlandırdı. Akşamüzeri
pazara gideceğini söylemişti anası, ev sessizdi. Avluya açılan tahta kapının
paslı kilidini açtı…
Atacakken adımını içeri çağıran biri
varmışçasına çevirdi başını yukarı. Dalgın yürüyen Ayşe’siydi yokuşun
başındaki, o da görmüş müydü kendisini?
Uzaktaydı ama geldiğinden beri ilk kez bu
kadar yakındı ona. Çıkmaya karşısına ya da görmeye cesareti yoktu, bakmaya
kıyamadığı yeşil gözlerine.
Hak etmiyordu şüphesiz, yaratanın en güzel
rengi verdiği gözlere bakamayan, onları göremeyen kendi gibi bir meczubu…
Hem merak da etmemişti kendisini,
vazgeçmişti demek.
![]() |
(SON) |
Ve Hasan, tahta kapıyı ardından kapayarak dermanı
kesilmişçesine yorgun, bahçede kararmış sünger taşına oturdu.
Başının arasında elleri, sokaktan gelen
sesleri dinledi bir süre.
Ve ardından, zayıf ve esmer bir adam
perdeleri sımsıkı kapalı küçük odasına girerken pazara almak üzere gittiği
paketi çıkardı kuşağından.
Heyecanlıydı. Bu yüzden belki, kapıdan gelen
çekingen tokmak sesleri ulaşmadı odasına.
Aralık perdeden batan güneş, kumaşa sarılı
Arap usturasından yankılandı sonra duvarlarında ve ardından çelik, kan içinde
bıraktı kemiğine kadar tüm bileklerini…
Ve cansız bedeni söyleyebilseydi eğer o
akşam; bileklerindeki gül rengini gördüğüne yemin edebilirdi en sevdiği Ayşe’sinin
üzerine…
(NİSAN/2014. ÇETİN TARI)
*5. KELENDERİS ÖYKÜ YARIŞMASI 3. LÜK
ÖDÜLÜ