24 Temmuz 2015 Cuma

KAMUOYUNA DUYURU GİBİ BİR ŞEY:


       * ''DAMDAN DÜŞENLE SOHBETLER'' Adlı kitabım bir kaç güne kadar çıkacaktır.
 (OOooLleey)
İş bu sebepten düzeltme, Kapak tasarımı vb işleri dolayısıyla dükkana uğrayamamaktayım..
  Biter bitmez burada olup sohbet mevzuuna döneceğimi bildirir.
 Dükkana uğrayıp beni bulamayan arkadaşlardan özürler dilerim...



COMİNG SOON:

DAMDAN DÜŞENLE SOHBETLER
FROM: GOA YAYINCILIK
YAZAN: ÇETİN TARI

13 Temmuz 2015 Pazartesi

BİLİNMEYEN NO: 162

BAZEN BİRDEN BİRE AKLIMA GELİYORSUN,, ÖYLE OLSUN İSTEMİYORUM KASITLI DÜŞÜNMEK İSTİYORUM SENİ*...
YA DA BAŞIN SAĞ OLSUN KAAN SEZYUM

(*Cahit Zarifoğlu)

bir gün ölmek için her gün yaşıyorsun...
  Uzan zandır mizah dergilerindeki yazılarından takip ettiğim ve maalesef eşini, hazırlıksız yakalandıkları bir beyin kanaması sebebiyle kaybeden Kaan Sezyum ‘un Radikal gazetesinde kaleme aldığı, acının en dibindeki çukurda; kaybetmenin, ölümün, yokluğun henüz o kristalize ağlarla nefessiz bırakan sabahında ne yaşadıklarına dair,, kelimelerin yettiğince tercüman olmaya çalışan bir yazı...
   Tıpkı benim yakın bir zamanda kaybettiğime benzer; ayrıntı vermeyecek olsam da can; can dır manasında...
   Teselli için söylenebilecek şey; onları sevmeye ve hatırlamaya devam ettikçe sizi terk etmeyecekleri...

***
” … geçen haftadan beri hayatımın pek bir anlamı yok gibi geliyor. Ne
yazılarımı okutacağım birisi, ne sabah güldüğümüz birisi, ne de balkonda
kuşları yemlediğimiz birisi var yanımda. Yok yani, işin en fenası da bu yok
oluşun, tam anlamıyla bi yok oluş halinde gerçekleşmesi oldu. Gayet güzel
kayıp
kahvaltı ederken, birlikte Türk kahvesi için tek bir sigarayı ortaklaşa
tüttürürken birden akşam oluyor, evde kimseler yok. Çat! Şimdi evde iki
kişi kaldık, kedimiz tortor da bu vesileyle üzerime kaldı. Yokluk kendisini zamanla hissettiren bir şey. Varken olanı hissetmiyorsunuz, yokken de
olmayanı hissediyorsunuz, garip. Kısa sürede çok üzüldüm.
özlem
Üzülmemin sebeplerini düşündüm biraz. İnsan çok sevdiği birisini kaybedince (bence) birkaç şeyden dolayı üzülüyor. Ben artık onunla bi şeyler paylaşamayacak olmama üzüldüm, kumda kendisini temizleyen bir serçe, suyun dibinden giden bi balık sürüsü gördüğümde artık gösterecek kimsem yok. Çok yalnızım ama arkadaşlar iyidir, beni yalnız bırakmıyorlar. Yalnız kaldığınız her an bi takım anılar çıt, çıt ya da güm güm şeklinde kafanızın içinde patlayıveriyor. Geceleri uyumak çok zor, içki de içmediğimden, uyumak için alternatif tıbbın tüm bileşenlerini devreye sokuyorum.
hatıralar
Gözlerimi bilinçli olarak kapatmak istemediğimden yapılabilecek en
sıradan şeyi yapıp tv’ye bakarken ekran karşısında sızıyorum. Sabah kalkış
kısmı daha fena uyandıktan sonra yatak keyfi diye bir şey yok, zaten yatakta keyif yapacak bi şey de yok. sabahın köründe kargalarla birlikte oturup bok yemeye başlıyorum ben de. Ne yapalım, hiçbir şeyi değiştiremiyoruz ne de olsa “hayat devam ediyor”; filan diyorlar ama benim için aslında hayat pek devam etmiyor şu sıralar, neyi devam etsin? Benim için hayat yeniden başlıyor şu anda sanırım, hem de sıfırdan.
beraber yapılanlar
Sevindiğim şeyler de var, son bir yılı reklam ajansındaki işimden ayrılıp
evde Nursel’le birlikte geçirmiş olmamız beni en çok rahatlatan şeylerden
biri. Ortalama insanlardan çok daha fazla birlikte ve mutluyduk son bir yıl
içinde. Evde sabahtan akşama oturup, ağaçlara bulutlara, tortora bakıp
gülüyorduk, çok mutluyduk, gerçekten. Çoğu insanın yaşayamayacağı kadar mutluluk yaşadım son bir senede. Ne yazık ki mutluluk da elektrik gibi bir yere istiflenmesi zor bi duygu, şimdi o mutluluk anları anı olarak suratıma kapanıyor. Yalnızlığın bir başka karanlık tarafı da ortaya çıkıyor böylece karşılaşmalar.
Sabahtan akşama çevremdeki birçok şeyde birlikte yaşadığım, eğlendiğim ve
mutlu olduğum insanı görüyorum ister istemez, neyse ki şimdi kendisini
her köşede tuzak gibi..
heybeliye bıraktık. Bir süre sonra o da adanın bir parçası olacak, heybeliye
her gittiğimde belki de enseme konan bir sinek, topraktan çıkan bir çiçek, ağacın tekinde ekşi bi erik ya da peşimden gelen yavru bi kedi olacak. Şimdilik beklemekte yarar var, hiçbir şey kaybolmuyor, bu da bir gerçek.
seni bekler
Hep çok şanslı olduğumu düşünürdüm, hâlâ da düşünüyorum galiba. Hep istediğim işi yaptım, beni sıkan protokollere, ıvıra zıvıra bulaşmadım, zora gelmedim, her işim iyi gitti ama geçen haftaki bomba biraz fena patladı bende. Şu anda evrensel şans skalasında eksilere düştüm sanırım. Bundan sonrası yukarı çıkış olabilir sadece.
“Küçük şeylerle mutlu olmayı bilmek lazım” gibi zırvalar vardır ya, işte biz
aynen o laflardaki gibiydik, küçük ama mutlu bi hayatımız vardı. Dolaptan
kestiğim bi parça kaşar peynirine sevinirdi, susadığı zaman götürdüğüm bi
en kötüsü gecelerdir..
bardak suyun yüzünde yarattığı mutluluğu görmeniz gerekirdi beni anlamanız için. Sabahları sağlıklı olalım diye tek bi aspirini içip “şimdi mükemmel olduk” diye salak salak sevinirdik. Bahar geldiğinde balkonu çevreleyen ağaçların yaprakları yeşerip her yer yemyeşil olduğunda dünyanın en mutlu ikilisi olurduk. İnsan burnuna çin yağı sürüp uyuyacak diye sevinir mi? bazısı seviniyormuş, o da bana denk gelmiş, şans işi işte.
bilirsin hatırlayacağını,,
Bir yandan da birbirimize hiç benzemezdik, zevklerimiz çok farklıydı ama bana her zaman yeni bir şeyler gösterirdi. İnsan olmayı, çevremi sevmeyi nurselden öğreniyordum, daha da alacak çok dersim vardı. Krediler
tamamlanmadan kaçtı gitti, bizim krediler de yandı badem oldu. Daha
öğrenecek çok şeyim vardı.
Beni hayata bağlayan şeydi kendisi o gidince iyice saçma sapan bir insan
öleceğini sanır ölmezsin
olacağım gibi hissediyorum, bana kızacak, yaptıklarıma laf edecek ya da
beni çekip çevirecek birisi yok şimdi dımdızlak kaldım evde, bir de
kucağımda tortor var mal gibi salonda kanepede oturuyoruz, ağaçların
gölgelerine bakıyoruz işte.
Durum böyle olunca hayatın da anlamını görmeye başlıyorum ağırdan. Hayatımızın anlamı anılarımızmış, onu fark ediyorum bi kez daha. Güneş doğuyor, güneş batıyor, haberlerde saçma sapan şeyler, iş yerindeki sıkıntılar, kişisel çekişmeler filan acayip fasa fisoymuş, bi kere daha ayılıyorsunuz ama narkozdan hızlı çıkmak da bi kafa yapıyor. Anlamsızlık içinde buluyorum kendimi sık sık. Evinde oturan ve yaşadığı hayatın
unutulmaz,,
bomboş olduğunu gören bir emekli gibiyim. Tek farkım çok güzel yaşadım,
geçen haftaya kadar da kazasız belasız geldiydik. N’apalım, piyango bu sefer bana çıktı, yarın başkasına çıkacak, sonraki gün de bir başkasına, çekiliş hep devam edecek.
tarif edilmez bir acıdır kayıp
Bi fotoğraf filan koymak istiyordum ama hiçbir şeye bakamıyorum zaten tüm fotoğraflar benim aklımda. zamanla çıt çıt açılıyorlar. Şimdi onlara bakmak için çok erken.
Karşılaşmalar, eşyalar ve yerler en fenası. ama her şey ilk seferinde çok
acıtıyor insanın içini. Aynı yerden ikinci geçişinizde sadece içinizde bi sıcaklık kalıyor. Bakalım ne olacak? Hayatımın en büyük darbesinden sonra ne kadar sıcak beni kurtaracak bilemiyorum. Yalnızlık sıcak bi şey değil, onu çok iyi biliyorum.
sürekli, hayat devam ediyor deseler de..
Geçen hafta tam da şu satırları yazdığım sırada yanımdan gitti, artık yok. yani var ama, yok. üzücü ama gerçek, ne yapalım?
Şimdi arkadaşlarla daha fazla zaman geçirilecek, onlarla da güzel anlar
paylaşılacak, mutlu yaşamaya devam edilecek. Mutlu olmaktan başka
yapacak bir şey yok. yani var ama, yok. ”
   
(* Umarım onlarla bir gün karşılaşacak bir yer vardır...)
ve bir not: bir daha ki pazatesiye kadar tükkan (büyük ihtimal) kapalı olacak,, biraz gidip kafa dinleyeceğim... 
by


BAŞIN SAĞOLSUN...




SÖZÜM ÖZÜ:



11 Temmuz 2015 Cumartesi

BİLİNMEYEN NO: 161

NAZİK OL, ÇÜNKÜ KARŞINDAKİ HER İNSAN BİR SIKINTI YAŞIYOR*
YA DA YAPMAMAN GEREKEN YAPTIKLARIN...


(*Philon)

DÜNYANIN EN GÜZEL YARATIĞI..
(HANGİSİNE BAKIYORSUN ;)
 Acı ve acıya verilen tepki evrenseldir ve fekat anlayışsızlık ve kalbin tecrübe denilen zımpara altında taşlaşmış dokudan başka kalan her şeyini kaybetmesi durup düşünmeyi engelliyor.
   Daha çok sürü halindeyken ve hayvani duygularımız sürünün alfası tarafından hazır kontrol ediliyorken yaşamımızın (sözde daha mutlu) sürüp gitmesi biz acizler için en iyi seçenekken sürüden sıyrılmayı düşünen, acımasız bir asimilasyonla alaşağı ve pişman edilmeye çalışılıyor....
   Sebep korkudur elbet zira tüm azınlıklar insanı korkutagelmiştir... 
FARKLI DEĞİL SENDEN..
   Bunun kadını ya da erkeği de yoktur emin ol. Yeter ki farklı görün ya da buna teşebbüs et. Hayranlıkta duyulsa sana içten içe (adı kıskançlığa dönüşür) daima onlarda olmayan cesareti hatırlatırsın ve asla yaşayamayacakları sınırlarına girmekten korktukları olmayan hayallerinin ötesindekileri...
YAŞADIKLARI, HAYALLERİ..
   Denem o ki bu saçma sapan diye milleti kınadığın (kınadığım) davranışları yapmıyorum diyorsan yalancı riyakarın teki olduğundur...
   Hepimiz yapıyor ve yargılıyoruz insanları zira insan en çok kendindeki sorunu başkasında görünce saldırganlaşıyor...
   Zavallı ölümlüler olarak bir kez daha düşün karşındaki ve önce kendini; herkesin bir trajedisi ve bir sıkıntısı var hayatta,,,
   o yüzden artık nazik ol...




İNSANLARIN NE YAŞADIĞINI BİLMİYORSUN SAYGI DUY!!!














Bilemezsin de... Ama umursayabilirsin...


SÖZÜN ÖZÜ:




10 Temmuz 2015 Cuma

BİLİNMEYEN NO: 160

NASIL GÜLDÜĞÜNDEN TERBİYESİNİ, NEYE GÜLDÜĞÜNDEN ZEKASINI ANLARSIN*..
 YA DA BEN...



(*Mevlana...)
ZEKÂ?
Bu gün size ne kadar zeki olduğumdan aşağıdaki özelliklerimi  paylaşarak özetleyeceğim. Aşağıdakiler, zeki insanlara ait bir kaç insani özellik olmakla birlikte nazik ve nezaket sahibi olma maddeleri dışında tamamen beni anlatmaktadır.
 Kısaca bu sabah, IQ testlerinin de hikaye olduğu bir ortamda sana kendini ölçme fırsatı vermiş olacağım aynı zamanda.
   Bakalım potansiyelin ne durumda...

Personel Note: Aşağıdaki maddeleri % 100 genelleştirmek yanlış olacaktır. zira deha insanlar çevresel etkiyle bir Mozart olabilirken; seri bir katil ya da Hitler de olabilmektedir ki bu da benim eklemem olsun...

nazik tavırlıdırlar...

Zeki insanlar... 

çocuk ruhlu..
1.Nezaket kurallarına uyarlar ve insancıl yönleri fazladır. Karşılarındakine değer veren bu insanlar nazik tavırlıdırlar..

2. Duyguları çok yoğundur. Çocuk kalmayı başarmış insanlar daha zekidir denilebilir zira çocuklar duygularını çok yoğun yaşarlar.


5.Hem disiplin hem de oyun tarzında işlerine eğilirler. Yaptıklarını büyük ciddiyetle yaparlar ve yaptıkları işten büyük bir zevk alırlar.




3. Büyük fiziksel enerjiye sahiptirler. Bu doğuştan gelen bir dürtü olmayıp, adapte olduğu şeyi tamamlamak için saatlerce çalışması gerektiği bilincine sahip olmasındandır. İrade ve kalp koordineli bir şekilde enerjiyi içsel olarak temin ederler.

4. Hem zeki görünüşlü ve hem de doğal görünürler. Zekalarını belli ederken çocukça bir
disiplinli,,
yapıyla hareket edebilirler. Bu sebeple çoğu kez sorgulanırlar; zeki mi?


6. Gerçek dünya ile bağlarını koparmazlar diğer yandan hayal dünyası içinde yaşarlar. Genelde olmayan şeyleri üretmek zorundadırlar. Düşünceleri genelde fantastiktir, ancak bilim elbette fantastik hayaller sonucu ortaya çıkar çoğu zaman.

7. Son derece inatçı yapılı olabilirler. Asla yılmazlar ya da pes etmezler. (ÖR: Edison ve ampulü)

8. Genelde lider ruhludurlar. Her konuda söyleyecekleri şeyler vardır ve her yaştan insana hitap edebilirler. Küçük yaştan itibaren lider özellikleri fark edilmeye başlanır...


ama şart mı?

çok zeki olmanın para etmediği bir dünyada yaşadığımıza göre tüm bunları ciddiye almanın gereksizliği de ortada demektir. önemli olan insan kavramının içini doldurabilecek şekilde ön yargısız ve değişime açık yaşamaktır. tabi ki bence...

SÖZÜN ÖZÜ:


9 Temmuz 2015 Perşembe


PERŞEMBE İÇİN ÜZGÜNÜM YETİŞTİREMEDİM,, YARIN DEVAM...
BU ARADA DÜKKANA BAKIP GEÇEN ARKADAŞLARA TEŞEKKÜRLER ;)


YAZAMADIĞIM İÇİN UTANMAK, TEMSİLİ...

BAKIP GEÇENLER, THANK U


VE YARIN SEE U...

8 Temmuz 2015 Çarşamba

BİLİNMEYEN NO: 159

KEŞKE ÇOCUKKEN FAZLA MUTLU OLMAYIP BİRAZINI DA BU ZAMANLARA SAKLASAYDIM; LAZIM OLUYOR ARADA...
YA DA KAFKA

DİK DURMALI KIZ ÇOCUKLARI;
TAÇLARI DÜŞMESİN DİYE...
Postmodern, ne olduğu belli olmayan karmaşadan ya da (baskı ile sanattan uzaklaşıp) ideolojilerden ve en
sonunda da özgürlüğün fark edilmesiyle şekil değişip yeniden sanat olarak yazımı gerçekleşen (olması gereken) edebiyat, nihayet bu bağlamda hikayelere tekrar dört elle sarılmış durumda...
   Artık kitaplarında hikayeler bulunduran yazarlar olması gerektiği gibi daha öne çıkabilmekte ve istedikleri her duyguyu, anlatıyı rahatça okuyucuya verebilmekteler...
BÜYÜYECEKSİN...
   Adı üstünde hikaye; aşağıdaki de uzun zaman önce duyduğum ama kahramanının karanlık ruhiyeti nedeniyle gerçekliği % 50 ortada olduğu (en azından mümkün görünen ve Kafka'ya yakışacak) bir tanesi...
   Kafka'dan küçük bir kıza.
   İçindekiler bir sanatçıdan beklendiği gibi insan ruhuna dair ve sayfalar dolusu anlam taşıyan bir cümle ile  bitirilmiş..
 O halde okumaya ve en azından fırsat varken bugün, düşünmeye değer...

SEVDİĞİN HER ŞEYİ ER YA DA GEÇ KAYBOLACAK
Günün birinde Franz Kafka, rutin yürüyüşlerini yaptığı parkta küçük bir kıza rastlamış. Kız ağlıyormuş. Oyuncak bebeğini kaybetmiş ve bu onu oldukça üzmüş.Kafka bebeği onun yerine aramayı önermiş ve ertesi gün aynı noktada buluşmak üzere sözleşmişler. 

FAKAT...


Bebeği bulamaması üzerine Kafka, küçük kıza bebeğin ağzından bir mektup yazmış ve buluştuklarında kendisine okumuş:“Lütfen benim için kederlenme, dünyayı görmek için uzun bir yolculuğa çıktım. Sana başımdan geçenleri anlatacağım.” 
Bu bundan sonra Kafka'nın kıza yazacağı birçok mektubun ilkiymiş... Kafka küçük kızla her buluştuğunda sevgili oyuncak bebeğin hayali maceralarını özenle yazdığı mektuplardan ona okumuş. 
SONUNDA SEVGİ...

Küçük kız da uzun zaman bu şekilde avunmuş...
Derken gün gelmiş, görüşmelerin artık sonu gelmiş... Kafka son görüşmede küçük kıza bir oyuncak bebek getirmiş. Küçük kız, aslından oldukça farklı olan oyuncak bebeğe şaşkınlıkla bakakalmış. 
Bebeğe iliştirilmiş bir not küçük kızın şaşkınlığını gidermiş: “yolculuğum beni çok değiştirdi.”Uzun yıllar sonra, artık bir yetişkin olmuş olan küçük kızımız, gözü gibi baktığı bebeğinin, 
gözünden kaçırdığı bir çatlağının içine sıkıştırılmış bir mektup bulmuş kısaca şöyle yazan:

BAŞKA BİR SURETTE GERİ DÖNECEK... İYİ BAK...


“Sevdiğin her şeyi er ya da geç kaybedeceksin, 
ama sonunda sevgi 
başka bir surette geri dönecek.”


SÖZÜN ÖZÜ:

6 Temmuz 2015 Pazartesi

BİLİNMEYEN NO: 158

İHTİYAR OLUP GENÇ GÖRÜNMEK, GENÇ OLUP İHTİYAR GÖRÜNMEKTEN HAYIRLIDIR,,
YA DA POSTA KUTUNDAKİ MESAJ


yaşlanacağına inamak?
   Bu gün bir mektup okuyacaksın eğer hayattalarsa annen ya da baban ya da her kimse, seni büyüten...
   Okuduğunda kim olduğunu yalnız sen fark edecek ve belki sesini duyacaksın ya da dün olmuş arnızda geçmiş bir hadiseyi...
hep böyle kalınacağına..
 Ama zamanın ne kadar kısa ve derlerimizin ne kadar b*ktan  ve geçici olduğuna, daha önemli başka , derin ve insani  şeylerin varlığına seni uyandıracak bir mektup olacak bu,,
 Ya da bir temenni;  umarım hepimiz için böyle olur...


CANIM ... (boşluktaki isim senindir. bu gözle oku...)


Yaşlandığımı düşünüyorsun ki haklısın...
Sabırlı ol lütfen ve beni anlamaya çalış…

Yemek yerken üstümü kirletirsem ve üzerimi değiştirecek gücüm yoksa artık.
Lütfen sabırlı ol.

Sana bir şeyler öğretmek için seninle ilgilendiğim zamanları hatırla...


Seninle konuşurken,aynı şeyleri bin kez tekrarlıyorsam… 
sözümü yine de kesme ve dinle beni.bin defa tekrar okumak zorunda kalıyordum...
Banyo yapmak istemediğimde;
Beni utandırma yada azarlama…
Seni banyoya götürmek için icat ettiğim küçük yöntemlerimi ve oyunlarımızı hatırla..

ama çıktıkça merdivenlere,,

Yeni teknolojiler karşındaki cahilliğimi görürsen bana zaman tanı ve beni yüzünde alaycı bir gülümsemeyle izleme…
Bazen unutkan olursam yahut konuşmalarımızda ipin ucunu kaçırırsam…

lütfen hatırlamam için gerekli zamanı bana tanı… 
eğer hatırlayamazsam,sinirlenme…
çünkü asıl önemli olan benim konuşmam değil,
senin yanında olabilmem ve senin beni dinliyor olmandır.
fark ediliyor ki kalan basamak sınırlı

Sana bir sürü şeyi nasıl yapacağını gösterdim…
İyi yemek yemeyi, iyi giyinmeyi… 

yaşamı göğüslemeyi…
Eğer yemek istemezsem, baskı yapma bana. 

Ne zaman yemem yada yememem gerektiğini ben gayet iyi bilirim.
yine de ayrı tut yaş almak başka,, ihtiyarlamak başka...

Ve yaşlı bacaklarım yürümeme izin vermediğinde bana elini ver…
Tıpkı,benim sana ilk adımlarını atarken verdiğim gibi...
Ve bir gün artık daha fazla yaşamak istemediğimi söylediğimde ve ölmek istediğimi…

kızma…
Bir gün anlayacaksın…
yaşımın;zevk alma değil artık idareten yaşama yaşı olduğunu anlamaya çalış...

Bir gün şunu anlayacaksın:

hatalarıma karşın hep senin için iyi olanı gerçekleştirmeye çabaladım ve senin yolunu hazırlamaya çalıştım.
neyse elinde o güne kadar,, yine fazlasını isteme, devam et...
Mecburen yanında olduğumda üzgün,kızgın yada güçsüz hissetme kendini.
Benim yanımda olmalısın,beni anlamalısın ve bana yardım etmelisin.


Yürümeme yardımcı ol ve yolumu sabır ve sevgi ile bitirmeme....
Benim için yaptıklarını,

bir gülümseme ve senin için her zaman taşıdığım 
çok derin bir sevgi ile geri ödeyebilirim ancak...

beraber olacağımız zaman artık az... kalan süre sonunda hoşçakal...


SÖZÜN ÖZÜ:


BİLİNMEYEN NO: 157

DANS EDEMEYECEKSEN BU BENİM DEVRİMİM DEĞİLDİR...
YA DA KALECİ CHE GUEVERA

GÜZELE BAKMAK SEVAPTIR..
HER NE KADAR DOĞRUSU GÜZEL BAKMAK OLSA DA
Kalmadıysa da futbolda tat tuz yine de çocukluğumuzda yapıp ucuz ayakkabılarımızın anasını ağlattığımız mahalle maçları hala hatırlanır ilerlese de yaş.
Böyle sosyalleşir erkek çocuklar ve böyle fark ederler sınırlarını, konumlarını beceri ya da beceriksizliklerini.
Topu olanlar ayrıdır elbet. onlar kollarının altına sıkıştırıp topu istediklerini oynatırlar ama çoğu zaman onların isteklerinden bağımsız, olmadıklarında üst mahalleyi yenmenizin imkansız olduğu çocuklar da vardır.
Asıl göz bebeği onlardır diğer pek çok konuda  olduğu gibi lider, haylaz ve hayalci;tıpkı aşağıdaki çocuk gibi...
Henüz 14, 15 yaşlarında bir çocuk...
 Çocukluğundan gençlik günlerine geçmekte olan...
 Yaşından büyük laflar eden, konuştuğunda kendini etrafına dinlettirebilen bir çocuk...
Birgün evden ayrılıyor.
 Annesine ''Birkaç günlüğüne arkadaşımla bir gezintiye çıkıyorum, 
merak etme, kısa zamanda dönerim'' diyerek ayrılıyor. 
İZLE, SORUMLUSUN...
Annesi her ne kadar gitmesini istemese de, engel olamayacağının farkında. 
Biliyor oğlunu, tanıyor. ''Macera düşkünüdür, haber vermiş olması şaşırtıcı'' diyor.
Arkadaşlarıyla birlikte gittikleri San Lorenzo'da gönüllerince geziyor, eğleniyorlar.
 ''Rosario'ya benziyor bu şehirde fakat daha farklı bir tadı var buranın'' diyorlar. 
Ayrılmalarına üç gün kala ''genç çocuk'' annesine mektup yazıyor:
 ''Çok eğlendik, en kısa zamanda yola çıkıyorum, üç gün sonra Rosario'dayım.''
Annesi mektubu alıyor.
İRDELE HAYATI
 Oğlunun geleceğine sevindiğinden çok, iyi olduğunu öğrenmesine seviniyor.
 Başını belaya sokmadan duramaz çünkü.
 Kanı damarlarında fokurdayan bir çocuk...
Beklenen günde dönmüyor eve, anne telaşlı. 
Kapı çalıyor, tam oğlunun geldiğini düşünürken, bir mektup daha...
 Bu kez korkuyor ve o korkuyla açıyor mektubu:
''Anne, üç gün sonra yola çıkacağımı söylemiştim, biliyorum. 
Fakat burada bir futbol turnuvası düzenlendiğini duyduk ve katılmaya karar verdik. 
Kazanan takıma iyi bir para ödülü vardı. 
Ben, bir takımın kalecisi oldum, arkadaşımsa başka bir takımın forvet oyuncusu. 
VE YAŞA ELBET...
İkimizin takımı da çok iyi gidiyordu. Nasıl gitmesin ? 
Bilirsin, benim oynadığım takım gol yemez, onun takımıysa gol kaçırmaz.
Final maçına kadar karşılaşmadık onlarla. 
Sonra final maçı geldi çattı. Ben kaledeydim, 
o forvette. Farklı takımlardaydık, farklı formalar vardı üzerimizde ama yine yanyanaydık, yakındık.
 Bizim takım 1-0 öne geçti. 
Maçın son dakikalarıydı, kazanmaya çok yakındık. 
Fakat son dakikada rakip takım bir penaltı kazandı. 
Penaltı için topun başına arkadaşım geçti. 
Böyle durumlarda ne kadar hırslı olduğunu bilirsin. Golü atma isteğini gözlerinden okuyabiliyordum. ..''
diye devam ediyordu mektup. 
O penaltı gol olmadı.
AMACI OLSUN HAYATIN...
 Kaledeki ''genç çocuk'' kurtardı penaltıyı. 
Takımı şampiyon oldu ve ödülü kazandı.
 Herkesin çocukluğunda mahallerinde oynadığı maçlar, 
kurtardıkları penaltılar ve attıkları gol çok önemliydi. 
Fakat bu penaltı, daha da önemliydi.
 Bu penaltı gol olsa, bugün belki, Küba diye bir ülke olmayacaktı.
O ''genç çocuk''...
O genç kaleci...
Ernesto Che Guevera...


SÖZÜN ÖZÜ: