31 Ağustos 2013 Cumartesi

BİLİNMEYEN NO 42:

İLK ROMANIM BÖLÜM 1..

(SİZE ULAŞMAM BİRAZ ZOR OLACAK:(
  Google + daki anlayamadığım sorunlar nedeniyle erişim problemi yaşamakyatım.. ne olduğunu anlayana kadar yazmak sorun olacağı için yazılarıma ait haberleri anladığım kadarıyla sadece facebook ve twitter dan verebileceğim..
  Bu sınırlı şartlara rağmen yazmaya devam edeceğim yazılarımı kontrol etmek üzere bloğuma giren ve beni okuyan arkadaşlara teşekkür ederim..
    







KİTABIN ADI: SEVDAM VE 29..
YAZAN: ÇETİN TARI..

KISIM 1… İNTİHARLAR
                                                                            
 
‘’Senin aşkın bende tecelli ettikten sonra,
Yüzünü görmesem de olur…"
(Fuzuli)
İLK SÖZ:
’’BUGÜN’’
01 EYLÜL 2018  ( SAAT 09.16)  …BEN
Fiziksel olmayan esrarlı doğasıyla aşk;
Görünmez kayalıklar ve her seçimde kabarıp bembeyaz köpükler halinde
Olasılıklara parçalanan zaman okyanusunda,
Fırtınaya kapılıp kaybolduğunu sandığımız bu çok uzak iki tekneyi,
Eninde sonunda girdabın merkezinde buluşturmayı başaran şeydi…

Şüphesiz seninle olduktan sonra dünyam sonsuz bir mutlulukla sarmalandı evet ama,
Her şey nasıl başlamıştı hatırlıyor musun?
Yani daha beraber değilken ve kader henüz karar vermişken birlikteliğimize ve aynı nefes alma anlarında ve saatler aynı rakamı gösteriyorken farklı gökyüzleri altında;
Aynı rüyayı görüyor muyduk ya da beraber iç çekiyor muyduk aynı anda örneğin?
Aynı rüzgar eserken yanağımdan saçlarına, kimim ya da nasıl biriyim diye
Düşünüyor muydun?
Sanırım farklı şehirlerde aynı zamanda meydana gelen iki musibetti her şeyin başlangıcı…
Benim ve kız kardeşin Zelan’ın intiharları…
Bizi karşılaştıran şeylerin kıvılcımı buydu ne garip;  iki farklı şehirde iki intihar…
Karşılaştıktan sonrası mı? Bana sorarsan, BEN var olmayı yani SEN’i seçtim.
Şu an yanımda olmasan da, benden bir parça olan…
‘’Hatırlıyor musun?’’



‘’…Aptallara göre insanlar; ırk,cinsiyet, milliyet, yaş,statü, renk, din ve dil olmak üzere             sekizden fazla kategoriye ayrılırlar.                                                                                                                                      Halbuki olay bu kadar komplike değildir. İnsanlar sadece ikiye ayrılırlar.                                                                                                           İyi insanlar ve kötü insanlar…’’
(A.    EİNSTEİN)




BÖLÜM 1…
’’MAVİ KIRLANGIÇ’’
 29 NİSAN 1996…  İZMİR/ŞİRİNYER  (SAAT 14.27)…  BEN ZEYNEP
     Bugün doğum günüm, dileğim: hiç doğmamış olmak… Gözlerimi kapamak ve ruhumun daha fazla acımadan mavi bir kırlangıç gibi göğe yükselişini izlemek…  Şüphesiz masmavi kanatlarına dokunmak ve onu sevmek de isterdim ki; bunu yinede hiçbir erkek onun kadar içten yapamamıştı; fakat hayattaki her şey gibi bu da yalanmış.
     ‘Birini unutmak için onunla geçirdiğin sürenin en az yarısının geçmesi gerek’ derler.  Bu sürenin fazlası geçti ama yaram kanamaya, beni karanlığa sürüklemeye devam ediyor. Artık geçmesi için çabalamıyorum, bileklerim hiç acımıyor, vücudum salgıladığı endorfinle kaplanın pençesindeki karaca kadar sıcak ve duyarsız…
     Bir şey hissetmiyorum,  tedirgince beni izleyen kızım Zeytin’den başka endişeli hiç bir varlık yok banyomda. Huzurluyum, yorgunum. Kendi kanımın küvetteki kırmızı metaforlarını, Munch’ın ‘’Çığlık’’ tablosunu ilk gördüğüm anki aynı hayranlıkla izliyorum… İnsana ait en masum tapınağa; uykuya çok yakınım. Annemin sesi ‘’ uyusun meleğim.’’ Uyuyorum, hepsi geride kaldı, hoşça kal Zeytin, hoşça kal anne ve hoşça kal mavi kuş…


‘’KİRAZ’’
29 NİSAN 1996…  DİYARBAKIR/İSKENDERPAŞA  (SAAT 14.30)…  SEN EKRAD
   Güzel yüzünü hatırlıyorum… Zelan, henüz dört yaşında. En çok siyah kuzuyu seviyor. Hava mor ve ağırbaşlı kızıllarıyla kararmaya başlıyor, koyunları ahıra sokma vakti. Ama kuzuyu sevsin diye çobanlara acele etmemelerini bildirdiğim bir bakış atıyorum. Sarılıyor ve kuzusunu öpüyor. Oturduğum yerden onu seyrediyorum. Alnında doğuştan bir melek izi var. Gamzelerinin çukuruna kayıp düşmek üzere olan buğday renginde bir melek… Bana bakıyor, gülümsüyorum. Koşarak boynuma atılıyor. Mutlu, en az küçük siyah kuzu kadar mutlu.
     Şimdi, bu çıplak hastane odasının küf rengi çaresizliğinde onu izliyorum. Buğday melek her zamanki yerinde ama bu kez kanıyor. Tıpkı ilk gençliğindeki gözyaşlarının yolunu taklit etmiş kan, ‘gözlerinden gamzelerine…’
    Doğduğu gün, babamın onun için ektiği kiraz ağacının ucunda kan kırmızı asılı bulalı dört saat oluyor. Dünyadaki en gerçek özeleştiriyi yapalı dört saat...
     İpin ucundan kendini bıraktığında alnı budağa değmiş olmalı. Onu diğer kiraz tanelerinden ayırt edemiyorum, bağıramıyorum, kanım tutuşuyor… Kardeşime onun siyah kuzusuna sarıldığı gibi sarılıyorum:
     ‘’Yardım edin! Kimse yok mu?’’
......................................................................................................................................................... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder