24 Aralık 2013 Salı

BİLİNMEYEN NO: 126

HERKESTEN ATAK DAVRANARAK YAPACAĞIM; 'SENEYE GÖRÜŞÜRÜZ' ESPRİSİ 
VE NEDEN YAZAMADIĞIM MAZERETSELİ??

(BİLİNMEYENEDAİR KEDİ SEVERLERE GURURLA SUNAR;
BARBARA PALVİN..)
   Sevgili arkadaşlar bu sene yazma ihtimalimin
 düşük olduğunu belirterek 
ama senenin son iki günü (ptesi ve salı) 
yazma ihtimalimin de olduğunu 
belirterek neden yazamadığımı açıklamak istiyorum 
eğer izin verir 
ve daha doğrusu az buçuk merak ederseniz...
   Durum şudur ki 
bu hafta yoğun şekilde 
internette de rastlama ihtimalinizin yüksek olduğu
 öykü yarışmalarına 
harıl harıl malzeme hazırlamakta 
ya da olan malzemeleri kotarmaktayım...
   Hani ola ki kuş taşa çarpar da 
bir başarı gösterebilirsem
(KARDEŞİM BU KADINSA CEREN NE?
bknz CELAL İLE CEREN...)
 kendi adıma manyak bir başarı olur doğrusu...
 İşin doğrusu 
fena hikayeler yollamadığı söyleyebilirim.
(İ NA NIL MAZ...
BU GÜN BÖYLE SAYFA...)
 
Hani hakkıyla bir süreç yürürse eğer
 bu kardeşinizin 
(SAATLERCE DİNLE..)
yalandan da olsa bir derece alma ihtimali
 piyangonun kendisine vurma ihtimalinden 
yüksektir denilebilir...
   Rum bir ev sahibesinin
 psikopat ruh dünyasını anlattığım 
'Utanç', 
8BU SALAK GÜLÜMSEMEYE RAĞMEN GÜZEL OLABİLMEK..)
elleri ve kolları olmayan bir gencin 
romalara atıfta bulunarak 
aslında insanların ne mutlu olduğunu anlattığı 
'Dönüşüm',
Yaşlı bir kadının
 tek oğlunu beklediği 'Kalp', 
Havva'nın 
(VE AĞZINI BU KADAR AÇMAYA RAĞMEN..)
Adem'in kendini aldattığına dair
 kanıtlar aradığı 
'Şüphe', 
(YORUMSUZ..)
Kaderin aslında herkesi
 herkese bağladığını anlatan
 aşk hikayesi
 'Zincir' 
ve elbet 'yelkovan' 
(WEBCAM DE BENİMLE KONUŞURKENE..)
yolladığım hikayeler arasındaydı...
   Şu an üç tane daha 
yazma aşamasında olduğum 
öykülerime (ayın son günü teslim tarihleri..)
 zaman ayırmam gerektiğini 
belirtirken
(CAT..)
 
sayfama girip 
mazeret okumak zorunda kalan
 tüm arkadaşlardan çook büyük özürler dilerim...
Şunlar bir sonuçlansın da sizlerle de paylaşayım diye merakla geri sayımı beklemekteyim doğrusu...
Diğer yandan 
(BANA YOLLADIĞI YILBAŞI KARTI..
BLOĞUNU TAKİP EDİYORUM SÜPERSİN YAZIYO..))
yeni düzeltmelerine başladığım 
garip romanımın da
 ilk kısımlarını ileriki günlerde yayınlayacağım.
 Bu aşamada tembellik etmeyip 
yorumlarınızı bana iletmenizi 
rica etmekteyim vesselam...
   Seneye görüşürüz ;)
                                           (Çetin TARI)

21 Aralık 2013 Cumartesi

BİLİNMEYEN NO: 125

BİR ÇOK İNSAN MUTLU OLDUĞUNU BİLMEDİĞİ İÇİN MUTSUZDUR,,
YA DA DR EMOTO'NUN SU KRİSTALLERİ


(YİNE O )
   İnsan oğlu uzayda canlı yaşam araştırmalarını tek bir basit temele dayandırarak şekillendirmektedir; O gezegen veya sistem de su bulunmakta mıdır?
    Eğer bir gün bir yerde bizim bildiğimiz manada su (H2O) bulunabilirse yaşamında bulunabileceği varsayılmakta bu mucize sıvı olası hayatın temel taşı sayılmaktadır..
    Su başlı başına mucizedir aslında ve işin kötüsü bir mantığı da bulunmaktadır. Eğer kulağınıza garip geldiyse bu cümlem, aşağıdaki yazıyı ve ünlü deneyi okumanızı tavsiye ederim.
   
(DENEY SONUÇLARINDAN BİR KESİT)
Bir fizikçi olarak ama katı bir düşünsel sisteme karşı olan bir fizikçi olarak bilimin açıklayamadıklarını yadsımaması gerektiğine inanmakla birlikte aşağıdaki ünlü deney ve ardından verilen kavramların insan ilişkilerine farklı bir bakış açısı sağlayacağını ummaktayım...
(OYSA YAĞMUR SENDİN..)
    ''Sudan geldik ve fazlasıyla suyuz. Bu yüzden niyetleriniz ve karşınızdakine davranışlarınızda bu gerçeği unutmamayı deneyiniz...
***
   Bahsettiğim şey, ''Suyun verdiği mesajlar'' kitabıyla tüm dünyada yarım milyona yakın  satan Dr.Masaru Emoto'nun ''Aynı yerden alınan su örneklerine yazılı ve sözlü kelimelerle veya  müzikle  değişik niyetler, düşünceler yönlendirildiği ya da odaklanıldığı zaman ‘’su kendi ifadesini değiştirmektedir’’. 
şeklinde özetlediği ünlü deneyidir.
     Yapılan işlem çok soğuk bir odanın içinde son derece güçlü bir mikroskop ve çok yüksek hızlı bir fotoğraf çekimi şeklindedir. Bu teknikle henüz  donmuş su kristallerini fotoğraflamıştır.
   
(VE KRİSTALLEŞEN YİNE SEN..)
 What the bleep do we know adlı olağan üstü kitapta (Ne# biliyoruz ki şeklide dilimize çevrilmiş kitabı mutlaka okuyunuz) niyet faktörü ile sudaki kristalleşme farklılığı yukarıdaki resimde de olduğu gibi açıkça görülmektedir.
   
(YENİ BİLGİSAYARIM..)
 Sevgi ve takdir sözcükleri,teşekkür sözcükleri dinletilen ya da müzik (Beethoven, Bach, Heavy Metal) dinletilen ya da kin ve nefret sözcükleri dinletilen su kristalleri görüldüğü gibi farklı şekilde kristalleşmektedirler.
(SU SENİ MUTLU EDENDİR..)

    Deneyde fiziksel bir uyarana maruz kalmayan suya donma aşamasında yukarıdaki müzikler veya üzerinde çeşitli niyetler (seni öldüreceğim, seni seviyorum,beni hasta ediyorsun vb.) gibi etiketler yapıştırılır ve kristalleştiklerinde fotoğrafları çekilir.
(İYİ NİYET)
Sonuç (fotoğraflara göre) inkara yer bırakmayacak şekilde çok güzel veya niyetin negatifliğine göre elde edilen çirkin şekilli kristallerdir.
     Buradaki ana fikre göre insanların da yüzde yetmişinden fazlası sudan ibaret olduğuna göre birbirimize karşı niyetlerimiz veya dinleyip izlediklerimizde seçici olmamızı özetleyen bu romantik görüş bence harika olmakla birlikte tam olarak bilimsel bir durumu yansıtmamaktadır.
(DOĞRU DEMEN İÇİN GÖRMEK,, NE KADAR YARDIMCI OLUYOR DERSİN..)
     Kişisel kanaatimce kesinlikle yadsımamakla birlikte deneyini double blint denilen bir bilimsel karşılaştırmaya sokmadığı ve James Randi'nin deneylerini daha profesyonel ve tarafsız bir laboratuvarda ispatlaması karşılığında 1 milyon dolar vermeyi taahhüt etmesine rağmen buna yanaşmaması bu romantik (ama kesin olarak yanlış demek doğru değil) düşüncenin gerçekliğine gölge düşürmektedir.
(BUZ..)


    Her şeye rağmen bundan evvel pek çok çalışma,   şifacıların hidrojen birleştirmeleri  veya  suyun infrared ışınları emmesi  ile ilgili gözle görünmeyen etkilerini meydan çıkartmıştır.  Ancak, bu çalışmaların hiçbirisi Dr.Emoto nun zarif çalışması ile boy ölçüşemez.  Düşünce ve güzelliğin etkisi bundan evvel bu kadar iyi bir şeklide hiç anlatılamamıştı.
(GERİ VİTES, ÇOK ALAKALI DEĞİL BİZLE AMA, SEWİMLİ..)
  ’’ Naturally Well mecmuasının editörü olan Marcus Laux ise şöyle bir yorum yapmıştır  ‘’Galile, Newton ve Einstein gibi Dr. Emoto’nun net vizyonu bize hem kendimizi hemde evreni farklı bir şekilde algılamayı göstermiştir.
(WTF?)
   Burada bilim ve ruh birleşerek bizim dünyayı algılayışımızla ilgili inkar edilemeyecek bir kuantum sıçraması yapmış, sağlığımızı kazanarak nasıl huzur yaratabileceğimizi göstermiştir.’’
(YAĞMURDAN KAÇARKEN - NEREDEYSE- DOLUYA TUTULMAK..)

    Gerçekliğini ispatlayamasada insana iyi hissettiren ve belki de dedirtebilen shintoizm etkileşimli fikir pek çok yönden dünyaya yayılmayı başarmıştır. 
   Kaldı ki inanmamak için bir sebebimiz yok zira fikir harika; güzellik ve zerafet bileşimimize harika etkiler yapmaktadır. 
(BOYDAN KAYBEDENLER..)
  o halde düşüncenizi sürekli olumluya çevirerek olumsuz yakaladığınız düşüncelerini sanal denizinizde boğun, mutlaka bir şeyler olumlu yönde değişecektir...
(ÇOCUKLUĞUNU HATIRLA..)
   Gözünüzün önünde
 daima güzel şeyler bulundurduğunuz 
ve kaliteli dünya 
anlayışı içinde,
 bileşiminizdeki suyun
 ve dolayısıyla sizin
 olumlu 
ve mutlu zamanlar 
içinde 
kristalleşmeniz 
dileğiyle...
(Çetin TARI)




GÜNÜN SÖZÜ:

''Her şey üstüne gelip 
seni dayanamayacağın bir noktaya getirdiğinde
 sakın vazgeçme,, 
işte orası  kaderinin değişeceği noktadır..''
(MEVLANA)

GÜNÜN VİDEOSU:
Dr Masaru Emoto's Water Experiments
(ÜNLÜ DENEYİN GÖRSELLERİ..)


GÜNÜN SİYAH BEYAZI:

KENDİ ÇEKTİĞİM AMATÖR SİYAH BEYAZLARDIR..
(UYKU)

 GÜNÜN KARİKATÜRÜ:

ADAMIM UMUT'DAN,
 GÜNÜ TATİL ZANNEDEN PADİŞAH :)

19 Aralık 2013 Perşembe

BİLİNMEYEN NO: 124
EĞER  TELEFONUN ÇALMIYORSA, ARAMAYAN BENİMDİR...
YA DA HER ŞEYİ BIRAKIP GİTMEK...

(GİTMELİ KENDİNDEN, BULMAK İÇİN
ASIL SENİ..)
   Cuma hatırlatmaları bölümünde ''dışarı çok soğuk abi evden çıkamam'' diyenlere neler kaçırdıklarına dair bir yazı sunacağım..
   Her şeyi bırakıp gitmek aslında sana neler kazandırır? psikoloji ve varoluşçu felsefe araştırmaları sunar...
***

 Bu gün gitmek üzerine daha doğrusu gitmenin asLında gerekliliği üzerine bir yazı okuyacaksınız, cuma hatırlatmaları bölümünde..
   Kendini tanımak için gitmek..
   İnsanların %99,99 (önüne daha 9 ekleyebilirsiniz) una ait Varoluşsal bir problemden bahsederek giriş yapacağım bu günkü konuya; 
  Hemen şu an beyin kıvrımlarınız ardında gizlenmiş geçmişe bir göz atınız lütfen, orada bir gün yaşanmak üzere rafa kaldırılmış ne çok hayal vardır.. 
(AMA PLANLARINI İYİ YAP YOLDA KALMA..)
   Hayalleriniz, ulaşması kolay veya imkansız, maddi ya da manevi pek çok şey olabilir elbet ama bir yandan da bilirsiniz ki asla onları gerçekleştirmeye zaman bulamayacaksınız. (acımasız bir tespit ama her gün aynı şeyleri yapmaya devam edersiniz sonuç maalesef değişmeyecek..) 
(HAYATIN ASIL YÜZÜNÜ GÖRECEKSİN, HER NERESİ OLURSA OLSUN..)
     Tatil gelsin de hele bir sonra, evleneyim de sonra, çocuklar büyüsünde sonra, emekli olayım da sonra, ölmezsem eğer sonra ve son nefesi verirken; has*tir ne saçma geçti lan ömrüm böyle böyle (Ya da benzeri daha az ayıp bir başka final sözü: bakınız ünlülerin son sözleri)...
(GÖRDÜKLERİNE MEMNUN..)
   


(ARTIK NE DIRDIR NE HESAP SORAN..)
  Sürekli ertelemek daha önce de bahsettiğim, içinizde var olan (sizden daha yetenekli, daha cesur, daha girişken ve zeki..) asıl kişiye ulaşmanız için de bir engel oluşturmaktadır. Tabi biliyorsunuz ki olması gereken asıl kişi olmak için çaba göstermeyen ya da engellenen kişiler 4 büyük varoluşsal problemin en gizemlilerinden biri olan varoluşsal sıkıntı (kaygı) denilen tarifsiz ve dünyadan zevk almanızı engelleyen stres kaynağıyla bilinç altında bitmez bir mücadeleye girişmektedir.... 
(VE ORADA ASIL DOĞRUYU FARK EDECEKSİN..)
   Şüphesiz gerçek potansiyeline ulaşma çabası gösterenler için pek çok yol mevcuttur ama burada, karşılaştığım en ilginç ve bence en eğlencesinden bahsedeceğim. ismi sizi korkutmasın ; Jung'un yeniden doğuş arketipi ya da bazı psikologlarca Moratoryum denilen tecrübe..
   Freud'un okulunda yetişen İsveçli ünlü psikolog Jung (sonra hocasıyla papaz olmuştur) tarafından psikoloji dünyasına aktarılan arketip deyimi; algılamamızı örgütleyen, bilinç içeriklerini düzenleyen, değiştiren ve geliştiren yapılar olarak tarif edilebilir..
(SENİN İÇİN YARATILANLARI GÖRMEK HAKKINDIR AMA
BU HAKKI KULLANMAYAN,, NEDEN YAŞAR??)
    Arketip tanımı içinde pek çok karmaşık ve anlaşılması zor kavram var olmakla birlikte, bizim ilgilendiğimiz şey  bu tanımdaki değişim ve gelişim kavramlarıdır.
 Öyle bir arketip yaşayacaksınız ki ardından değişmiş ve olmanız gereken insana bir adım daha yaklaşmış bir değişim (gelişim) ve (hatta yeniden doğuş) tecrübe etmiş olacaksınız?  işte bunu mümkün kılan kavram Jung'un 'yeniden doğuş arketipi dediği basit yaşamsal tecrübedir..
   
(VE ORADA BULACAĞIN KİŞİ SEN OLACAKSIN..)
   jung'a göre, insanlık tarihi boyunca pek çok arketip görülür ama ancak bir deneyimle harekete geçirildiklerinde, yani tetiklendiklerinde içlerinde bulundukları gerçek görünüşlerini algılayabilirsiniz. Aksi halde (tetiklemediğiniz, harekete geçmeyen; az sonra nasıl tetikleyeceğinizi anlatacağım) arketip ortaya çıkamaz ve algılanamaz ve tabi siz de içinizdeki bir türlü anlamlandıramadığınız kaygıyla neyim var diyerek kendinizi yemeye devam edersiniz..
   Hızla gelişip yepyeni bir insan olmamıza yardım edecek olan uygulaması en kolay bu arketip aslında hepimizin bildiği ama etkilerinin bu kadar derinlerimize işleyebileceğini tahmin edemeyeceğiniz ; (Erıcson'un moratoryum dediği) yeniden doğuş (ya da aşama) arketipidir.
(DÖNDÜĞÜNDE BAŞARMIŞ OLMANIN TADI..)

   Bu kutsal sır gençlerin (ya da her kim istiyorsa onun) örneğin sırt çantalarını alarak yollara düştüğü bir kendini tanıma yolculuğudur...
(VE ŞEYTANLARINDAN UZAKLAŞMIŞ..)
 Bu durum, tüm ülkelerde anlatılan kahramanlara ait öykülere benzer.Kahraman görevini yapmak üzere uzaklara gider ve döndüğünde yaşadığı maceralara gıptayla bakan normal (sadece yaşayan aslında yaşadığını sanan) insanları tarafından büyük bir coşkuyla karşılanır..
 Uzun lafın kısası moratoryum denilen olgu içinde mucizevi gelişim potansiyeli taşıyan bir gelişim fırsatıdır. Kişi döndüğünde kendini tanıyan, daha güçlü, daha bilge ve daha farkında bir insana evrilmiş olarak fark edilir..

   Kültür seviyesi ortalamanın üzerindeki sayın okuyucularım (yağcılık yaptığımı sanmayın; aksi halde bu sayfayı okuyor olmazdınız) bilirsiniz ki okumakta bir tür değişim potansiyeli içerir. Okumayı bitirdiğimizde (örneğin bu yazıyı) o şey (okuduğunuz kitap..) artık içinizde sarmaşıklar şeklinde dallarıyla kök salmaya sizi yeni bakış açılarıyla donatmaya başlamıştır çoktan..
(NE YAPACAĞINI BİLMEZ OLMAYACAKSIN ESKİSİ GİBİ)
   İşte yeniden doğuş ya da aşama arketipine göre de sırt çantanızı alarak (bavul da olabilir ama havalı diil) bir süreliğine uzaklara gitmek yepyeni bir insan olarak kendinizi tAnımanız için inanılmaz fırsatlar sunmaktadır.  
  Madem amaç; kim olduğumuzu ve potansiyelimizi (araştırmalar ve bilime göre şu an olduğunuzu sandığınız kişiden çok daha fazlasısınız..) bulmaya ve ona ulaşmaya çalışmak o halde bu yolcuğa mutlaka çıkmanız gerekiyor demektir..
   Bu kavramı yıllar önce okuduğumda pekçoklarınızın aklına gelen soru benimkine de geldi (e heralde!) ; ''peki ne kadar uzağa gitmeliyim?''
   Benim başka pek çok kaynaktan (Jung, Erıcson, Üstün dökmen..) araştırdığım kadarıyla aşama arketipi kavramanı yaşamanız (ya da onu tetiklemeniz) için o kadar fazla kilometre yapmanız (olsa iyi ama, belki bir gün..) temel bir şart gibi görünmüyor..
(HEPSİ KENDİNİ TANIMADIĞINDAN, BİR YABANCI OLDUĞUNDAN YAŞANDI..)
   O gün için bulunduğunuz çevreden uzaklaşmak ama ilk kez göreceğiniz bir yere ve tabi ki tek başına gitmek farklı biri olmanıza yol açacak arketip mekanizmalarını derhal devreye sokuyor.    Kendinizle baş başa ve
(VE OLGUNLAŞMAYA İHTİYACIN VADI,, BUNU OLDUĞUN
YERDE BAŞARMAN İMKANSIZ..)
içsel bir sohbetle etrafı izliyor ve her hangi birine cevap verme, ona zaman ayırma, şikayet dinleme vb gibi olumsuzluklardan muaf sadece kendinizle baş başa kaldığınız (bir günlükte olsa) bir tecrübe yaşıyorsunuz. Sonuçkahramanın eve dönmesi gibi en azından kendi gözünüzde başarmış ve daha farkında bir insan olarak geri dönebilmek..
(O ZAMANLAR DAHA CESURDUN..)
   Sözün özü şu ki; değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.. Olmamız gereken kişiye ulaşabilmek için ve o son güngeldiğinde Nietzsche'nin dediği gibi ölüme yakılıp yıkılmış köprülerden başka hiç bir şey bırakmadan, gözümüz arkada kalmadan bir kahraman gibi gidebilmek için bir kahraman gibi yaşamamamız gerekiyor.
   Bunun da tek yolu hayatı başkalarından dinlemek değil bizzat deneyimlemektir..
(VE SEN YAPAMASAN DA GİTMEK İSTEYENİ ZORLA TUTMA..)
  Dolayısıyla sevgili okur, bu gün ya da bu hafta içinde yanınıza çantanızı ve bir de sadece kendinizi alarak bir günlüğüne ve hatta bir kaç saatliğine de olsa, o olması gereken yolculuğa çıkmak için ilk adımı atınız..
   Döndüğünüz her seferinde olmanız gereken kişiye bir adım daha yaklaştığınızı göreceksiniz (süper bağladım yalnız;)                 
  
 Çaba gösteren herkes için, mutluluk dileklerimle..            (Çetin TARI)

GÜNÜN SÖZÜ;

''En kusursuz cinayet yaşama sevincini öldürmektir...''
(Paulo Coelho)

GÜNÜN VİDEOSU;

CAN BABA'DAN

 'GİTMEK'





GÜNÜN SİYAH BEYAZI:

KENDİ ÇEKTİĞİM AMATÖR SİYAH BEYAZLARDIR,, SADECE HOBBY...

(SESSİZ..)

GÜNÜN KARİKATÜRÜ:

KADIN OLDUĞUNU HİSSETTİRMEK..


18 Aralık 2013 Çarşamba

BİLİNMEYEN NO: 123

HAYAT, SEN PLANLAR YAPARKEN BAŞINDAN GEÇENLERDİR...

YA DA; METRODA ÇALAN STRADİVARİUS..


(KONUMUZ YAŞAMAK..)
   Hayatında bir kez Stradivarius keman (japon tanıtım günlerindeki bir klasik konserde) gören biri olarak bu, ortalama dört milyon dolar değerindeki olağan üstü nadir aletlerin çalındığı ya da kullanıldığı tüm organizasyon haberlerine özel bir ilgi duyarım...
   Bundan tam 400 yıl önce İtalyan  Antonio Stradivari tarafından üretilen kemanlardan günümüze ulaşmış 7oo tanesi  mevcuttur ve bir tanesi de  İzmir Buca'da bulunmaktadır...
   Yaklaşık yirmi yıl önce bu kemanları diğerlerinden ayıranın ne olduğuna dair Amerika'da yapılan bir araştırmaya dair izlediğim bir belgesel fark ettirmişti bu kemanları bana.. 
   O günden bu yaba zayıf klasik müzik külliyatımda (Vivaldi 1 numaradır benim için) Stradivarius önemli bir yer tutar şüphesiz. Araştırırken izlediğim belgesele ait içeriğin aşağı yukarı şöyle olduğunu özetleyebilirim..
(FARKINDA MISIN?)
   ''Tamamen el yapımı olan Stradivarius kemanı, diğer tüm markalardan ayırdeden özellik Teksas A & M Üniversitesi’nde inceleme konusu olmuş, Antonio Stradivari’nin kemanlarını yaparken kullandığı ağaçtan kemana sürülen verniğe dek her şey uzmanlar tarafından incelenmiştir. Bugün hala bir kemanın Stradivarius olup olmadığının anlaşılması, biyokimyagerler ve konunun ustası kişilerce uzun ve özenli araştırmalar tarafından belirlenebilmektedir. Colorado üniversitesi ve Brigham Young üniversitesi uzmanlarının araştırmasına göre de Stradivari’nin keman yapımında kullandığı verniğin reçine, terebentin yağı ve etil alkolden oluşan özel bir karışım olması ve kimyasal işlemden geçirilen akağaç ve ağacın geliştirilmesinde boraks kullandığı sonucuna varılmıştır.
(19. yüzyılda aynı adı taşıyan binlerce keman üretildiği için, her müzik aleti Stradivari anlamına gelmez: 1957 yılından sonra bu markayı kullananlar, enstrümanlara"Kopyasıdır" etiketini yerleştirmeye zorunlu kılındılar.)''
(GERÇEKTEN HAKKINI VERENLERİ İZLE..)
   Bugünkü blog konumuza gelecek olursak yine farkındalıkla ilgili olacak arkadaşlar; varoluşsal farkındalık...
    Başlıktaki John Lennon'a ait söz ne kadar doğru anlatıyor aslında olanı, hayatı yaşamaktan ziyade sürekli koşturuyor ya da plan yapıyoruz bir şeylere ulaşabilmek için. 
  Tabi ki bunda yanlış bir şey yok ama koşarken üzerine bastığımız çiçekleri görebiliyor ya da yağmur sonrası açan gök kuşağının mucizevi haline hayran kalıyor muyuz ya da sadece izlemek için kafamızı kaldırıyormuyuz onu yada öten, her mevsim değişebilen kuşlara...
(MODA OLAN ÇİRKİNLİKLERDİ,, SADECE ONLARI GÖRDÜN)
   Yani farkında mısınız yanı başınızda akan zaman ırmağının size göstermeye çalıştıklarını ya da sadece erteliyor musunuz kendinizin de emin olmadığı belki de hiç göremeyeceğiniz çok sonraki günlere..
   Ben cevap vereyim, gerçekten duyuyor mu ya da görüyor musunuz diye ya da herkes gibi sadece meşgul müsünüz?
 Aşağıdaki sosyal deney 2006 yılında Washington Post gazetesinin sponsorluğunda gerçekleştirildi ve günün videosu bu deneye ait gerçek görüntüleri içermekte..
..
      ***
(VE GÜZEL OLANLARI UZAKLAŞTIRDIN KENDİNDEN..)
Hareketli bir Ocak sabahı, 
saat 7:51′de, Washington, D.C.’deki
 The L’Enfant Plaza metro istasyonunda 
binlerce insan işlerine gidebilmek için koşuşturma halinde.
Kot, uzun kollu bir t-shirt
 ve bir beyzbol şapkası giymiş adam 
istasyonun ana lobisinden girip, 
kemanını kutusundan çıkarıyor.
 İçinden çıkardığı keman kutusunu 
açık bir şekilde önüne koyan bu adam,
 cebinden kırışık birkaç dolar
 ve biraz da bozuk parayı çıkartıp, 
önünde duran 
(OYSA BASİT YAŞAMAK GERÇEK OLANDI..)
açık keman kutusunun üstüne bırakıyor.
Birçok sokak müzisyeninin bulunduğu
 Washington D.C.’de
 hergün yüzlercesine rastlayabileceğiniz 
bir hikaye buraya kadarı...
Elinde kemanı, 
önünde bozuk paraları 
üstüne özenle yerleştirdiği keman kutusu ile 
müzik yapıp dilenmeye hazır olan bu müzisyen, 
Johann Sebastian Bach’ın Partita No. 2, D Minor’ünden
 'Chaconne'yi çalmaya başlıyor... 
(SEN ONDAN VAZGEÇSEN DE O SENDEN VAZGEÇMEDİ..)
Birçok klasik müzik otoritesine göre 
keman için yazılmış 
gelmiş geçmiş en iyi parçalardan birisi bu. 
Ancak “Chaconne” 
metrodan çıkıp işine koşan insanlar için
 pek de ilgi çeken bir parça olmuyor...
İlk kişinin bu sokak müzisyenini farketmesi, 
önünden tam 63 kişi geçtikten sonra gerçekleşiyor.
Bu müzisyen,
 tam 43 dakika boyunca 
(NE DERLER DİYE DE KAFANA TAKMA..)
klasik müziğin en önemli parçalarını kemanı ile çaldıktan sonra 
önündeki keman kutusunda
 biriken parayı saymaya başlıyor.
Binden fazla insanın 
önünden geçmesi ve tam 43 dakika keman çalması sonucu,
 sokak müzisyeninin önünde 
toplam $32.17 birikiyor...
Ancak aynı müzisyenin
 bundan tam 3 gün önceki konserinde 
saatine 115,000 dolar kazandığını bilseydiniz
 farklı düşüneceğinizden eminim.
Peki kim bu sokak müzisyeni?
İsmi Joshua Bell…
***
  Jashua Bell dünyaca ünlü bir keman virtüözü. Beş yaşında kemanla tanışan Bell, on dört yaşında Philadelphia Orkestrası ile ilk solo konserini vermiş.
(GÖZÜNÜN ÖNÜNDE GÜZEL ŞEYLER BULUNDUR,,
ONLAR RUHUNU DA TEMİZLEYECEK..)
  Dahi çocuk tanımına çok uygun bir çocukluk geçiren ve 1967 doğumlu olan Joshua, Grammy ödülü kazanmış ünlü bir virtüöz olarak müzik hayatına devam ediyor.
   Hikaye 2006 yılında Washington Post gazetesinin Joshua Bell’e yaptığı bir teklif ile başlıyor.
(VE ÖYLE BİR YAŞA Kİ GERİYE BİR ŞEY KALMASIN..)
   Aslında bir deney gibi planlanan bu teklifte Joshua Bell, L’Enfant Plaza metro istasyonunda konserlerinde de kullandığı, değeri 3.5 milyon dolar olan işte bu ünlü kemanı ile çalıyor.
(VE SENİN İÇİN DİLENENLER HEP GÜZEL OLSUN..)
   Sevgili arkadaşlar, bu gerçek bir hikayedir ve Joshua Bell'in öylesine bir kılıkla metroda keman çalması, Washington Post gazetesi tarafından algılama, keyif alma ve öncelikler üzerine yapılan bir sosyal deney gereği kurgulanmıştır.   Sorgulanan şeyler; sıradan bir yerde, uygunsuz bir saatte güzelliği algılayabiliyor muyuz? Durup ondan keyif alıyor muyuz? Beklenmedik bir ortamda, bir yeteneği tanıyabiliyor muyuz?
    Peki ya sen! ellerinden kayıp giden hayatın farkında mısın ve durup sana sunduklarını izlemek için kendine bir şans tanıyor musun...
  Elbette ki hayır eğer kendine gelmezsen bugün de ve yarın da diğerlerinden farklı olmayacak...
    Farkında olduğumuz ve sonuna kadar gerçekten yaşadığımız günlerin gelmesi dileğiyle...
                                                            (Çetin TARI)

GÜNÜN SÖZÜ:

''Her insan iki insandır, biri karanlıkta uyanık, 

diğeri ise aydınlıkta uykudadır...''

(HALİL CİBRAN)

GÜNÜN VİDEOSU:

DENEYİN ADI: Joshua Bell in Metro 

( Metrodaki Kemancı )


GÜNÜN SİYAH BEYAZI:
KENDİ BASİT MAKİNEMLE ÇEKTİĞİM FOTOLARDIR,, SADECE HOBİ..

(YARA)

GÜNÜN KARİKATÜRÜ; 

ERDİL YAŞAROĞLU

ÇOK TATLI UYUMAK..